gereken önlemler bir an önce alınsın, hayal kırıklığı istemiyorum.

bence 2011 nüfus sayımında ''sokağa çıkma yasağı'' kaldırılmamalı. çünkü aramızda, nüfus sayım memuru olup kaç kişi olduklarını saymak için gideceği bir sonraki eve kadar yürürken, sokağa çıkma yasağı yüzünden bomboş olan sokaklarda istediği gibi hoplayıp zıplayarak avazı çıktığı kadar bağırmak türünden hayalleri olan insanlar olabilir.
tanrı aşkına neden kimse bunları düşünmüyor!?
açık seçik şeyler yazıyormuş burda.

çok çılgıns.

üçtür geç saatlerde metroda rastlaştığım uzun saçlı çocukla ilişkimizi bir sonraki aşamaya taşımaya karar verdim. bu yüzden bir dahaki karşılaşmamızda, bugünkü gibi beni görünce gülümseyerek gelip yanıma oturmazsa uzaktan kendisine göz falan kırpacağım.

efendi çocuklarla aramız iyi değil.

sınıftaki 'eli yüzü feci düzgün görünen' iyi aile çocukları vizelerden önce ticaret hukuku notlarımı fotokopi çektirmek isteğinde, her şeyden önce notlarımı bir kez gözden geçirmek aklıma gelseydi; derse geç kaldığım günlerden birinde kaçırdığım kısım için boş bıraktığım sayfaya daha sonra hatırlamak amacıyla ''derse geç kaldın sürtük!'' diye not almış olduğumu çok önceden farkedebilir ve fotokopiler çoğaltılıp eli yüzü feci düzgün görünen efendi gençlerin eline geçmeden birtakım şeylere engel olabilirdim.

-''allahım roket beni.''

bol kahveli üstelik.

''ne söylememi bekliyosun? bok renginde oje sürmüşsün. tanrı aşkına, o oje tırnaklarındayken hiç de ikna edici değilsin!''
dedi ve güldü.
haklıydı. çünkü onu, ojemin ''nescafe 3ü 1arada'' renginde olduğu konusunda bile ikna edememiştim henüz.

üstüme gelmeyin kafam karışık.

evde altı yaşında okuma yazmayı yeni öğrenen bir çocuk olduğunu düşünün. ''kumbara'' kelimesini ''kkkummmmmbbaarrrrııııaaaa'' diye okuyan bir çocuktan bahsediyorum. günlerden bir gün, ödevini yapmaya çalışan bu çocuk, defterine yazması gereken cümlelerden birinde geçen ''sever'' kelimesindeki ''v'' harfinin neye benzediğini hatırlayamaz ve ablasına sorar. ablası hatırlaması için sözlü olarak her türlü kodlamayı yapar ancak yine de hatırlamasına yardımcı olamadığını görünce çareyi yazmakta bulur. ablasının en sonunda kağıda yazdığı ''v'' harfini gören çocuk ise: ''hıı, AVON'un V'si mi.. tamam hatırladımm!!'' deyip odadan çıkar.

-ablasının yoğun bakımda olduğu ve son 24 saattir durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı öğrenildi.

dın dın dın dın dın

...
hepsini bir kenara bırakalım şimdi,
okul bittiğinde çalışmak için başvuracağım işyerlerinde, işverenler tarafından hakkımda yapılacak ufak çaplı bir araştırma sonrasında, tüm bu kepazeliklerimin bir bir ortaya çıkması halinde ne halt yiyeceğimi düşünmeden edemiyorum.

'ortalık çok kötü.'

pasifize

bugünlerde hiçbir işe yaramıyorum sevgili 142 izleyici. (aranızdan sadece 10kişinin falan burayı okuduğunu bilmiyor muyum sanıyosunuz lan?)
işe yaramak istediğimi söylemiyorum, pasif olmayı zaman zaman iş haline getirdiğimden bahsediyorum:
..yemek hazır diyorlar, yemeye gidiyorum,
balkona çıkıyorum, uçak geçiyor; dünya batıdan doğuya doğru döndüğünden, uçakla batıya gitmek doğuya gitmekten daha kısa sürüyor diye düşünüyorum.
duvarlara bakıyorum,
sigara içiyorum,
gelen mesajlar'ımı siliyorum,
zuma deluxe
oynuyorum ve ilk hakkımı hep level 2-3te kaybediyorum,
falan diyorum,
filan yapıyorum vs vs..
..
..

sonuç olarak ya dinginlikten ya da dingillikten yakında öleceğim.

böyle şeyler.

i: yarın okula gelcen mi
g: bilemiyorummmm..
i: niye gelmiyosun olum
g: gelesim yok.
i: gel lan, beni oraya getirtme
g: bilmiyorum BAKARIZ.
i: zaten kimse gelmiyor okula bir bizim oğlanlar, onların da yarısı.
g: bizim ne işimiz var okulda ibrahim
i: OKUYORUZ BİZ FARKINDAYSAN

adam haklı.

biz burada çok eğleniyoruz sinyorita

dün dışarıda içtiğim sıcak çikolataya farklı bişey koymadılarsa, dünden bu yana delirdiğim söylenebilir. yanaklarımın bir süre sonra ağrımaya başlaması dışında bu durumdan memnun olduğum da söylenebilir.
ayrıca söylemeden edemeyeceğim; halimi gören ve çok gülünce mutlaka kötü bir şey olacağına inanan anneannem, bu inancını korumaya devam ederek beni daha da çok güldürüyor.
bunların dışında anneannemin, ışığın sonunda tünel gören insanlardan olduğunu söylemeye hiç gerek duymadığımı da söylemek istiyorum.
..
şarkıyı dinleyip çıldırmanız dileğiyle, esen kalın.

çanlar benim için çalıyor.

kafamın -bu sıralar- fazla rahat olmasıyla ilgili konuşacağım şimdi.

evimizin örüp örüp kullanmadığım atkı, bere, giymediğim kazak vs. ile dolup taşması annemi tedirgin ediyor, biliyorum. dün yine ip alırken, ''ne öreceksiniz?'' diye soran ipçi amcaya bir süre havaya baktıktan sonra ''bilmiyorum'' diye cevap verdiğim an, tedirgin olmakta haklı olabileceği gerçeği beynimi 2sn içinde cıva kıvamına getirse de;

AKLIMIN İPLERİNİ SALDIM GENÇLER.

..perde mi örsem diyorum bu sefer, belki bıkarım.

kız haklı.

bu aralar biraz hamileyim.

öğlen saat 2 gibi uyanıp akşama doğru 5-6 gibi yataktan çıkışımın tek sebebi artık bişeyler yemem gerektiğine olan inancım, bu beni üzmüyor, sadece yoruyor.
3saat boyunca soliter falan oynuyorum yatağımda, kitap okuyorum ve yine uyuyup yine uyanıyorum.
başım dönüyor sürekli, kalktığımda sendeleyip oraya buraya çarpınca kafan mı güzel gibi vıcık vıcık esprilere maruz kalışımdan bahsetmiyorum bile.
şimdi saat sabahın 4ü, hiçlikten başım dönüyor yine. birazdan yatacağım ve siz bunları okurken ben çok uzaklarda olacağım.
rüyalarım uzaklarda oluyor çünkü.
çok uzaklarda.
uyandığımdaysa, olamaz uyandım diye çığlık atacağım yine.
..
şimdi uyumalıyım
ve sanırım,
yarın kendime yapacak daha iyi işler bulmalıyım.

oww weeeer ken may beybii biiii

eddie vedder - when i leave this world

sevdiğim adamları da toplayıp,
bu şarkıya şöyle; ''yuvarlak farları olan, radyosunda bu şarkının çaldığı, eski ve üstü açık'' arabalı ve bol güneş gözlüklü bir klip çekeceğim.
göreceksiniz,
hepimiz çok kuğl olacağız.

azıcık samimi olun lan, azıcık.

aynı okulda olmamız sebebiyle tanıdığım ve aramızdaki arkadaşlık ilişkisinin -sadece- birbirimizde telefon numaralarımızın olmasından ibaret olduğunu bildiğim bir arkadaşımın ''kutlamıcamı sandın dimi!'' diyerek bayramın 3. günü bayramımı kutladığını belirten bir toplu mesaj atması beni çok mutlu etti.
çünkü 3 gündür neden kutlamadı diye düşünmekten içim içimi yiyordu sürekli; bana süpriz hazırladığını nerden bileyim!..
neyseki sonunda kutladı. şimdi çok daha iyiyim.
öyle ki mesajı aldığımdan beri evde bir bayram havası..
*
onun dışında,
babamın halasının gelinin -benden bir yaş küçük olmasına rağmen yana yana koca arayan- kız kardeşiyle aynı ortamda, bir araya gelmemize neden olan bayramlar çok tuhaf oluyor.
yoksa bayram severim. hala teyze dede dayı babanne falan. sonra sarma, baklava..
...
bir bayram daha, zorla nasıl akrabalık ilişkisi devam ettirilir onu gördük.
mutlu ve esen kalın.

Power to the people, we don't want it.

''I'm the hero of the story don't need be saved''

birisinin bunun böyle olduğunu anlaması lazım sanırım.

ama ondan önce, sandığı gibi olmadığımın farkına varması için kendimi paralamayacağımı bilmesi gerekiyor.

kimseye uzun uzun çünkü bu böyle diye açıklama yapacak değilim.

hakkımda kimin ne düşündüğüyle ilgilenmiyorum. kimin mutlu kimin mutsuz olduğuyla da ilgilenmiyorum. çünkü böyle şeylerle ilgilenmekten daha iyi işlerim var. dahası herkesin kendine göre mutsuzluğu ve mutluluğuyla bütün bir hayatı var..

bunu böyle kabul edemeyenler ve neden kabul edemediğini sorduğumda cevap veremeyenler için kapılar yaptım. isteyen herkes dilediği zaman çekip gidebilir; saçlarımı uzunken çok seviyor olmama rağmen geçen sene onları kısacık kesebilmiş olmam gibi,
her şey istemenize bağlı.

*

korktuğumu iddia ederken korktuğundan bahsettiğini biliyorum, kimse endişelenmesin.

''itsss oll-raaaaaayt itss oll-raayytt..''

bkz: ikizler burcu olmak

nette dolanırken ne kadar kararlısınız? diye bir test gördüm geçen,
EVET BENCE DE ÖYLE TESTLER FALAN ÇOK SALAK. ama kararsızlık benim için böyle, nasıl desem lan.. hassasım işte bu konuda,
kimi kandırıyoruz.

neyse işte başladım,
sonucunu tabiki biliyorum ama hani bir umut dedim,
belki.
yani.
ne bileyim..

sonra şey oldu,
..her soruda hangi seçeneği seçsem diye iki saat düşündüğümü farkettim ve dedim ki:

KARARLILIK SENİN NEYİNE SÜRTÜK?

kült ablası

g: ..tarkan yüzünden bilmem kaç yaşıma kadar türkçede ''lübelam'' diye bir sözcük var sandım lan. ''PÜSKÜL LÜBELAM''
s: kült ablası
s: benimki buydu.
g: ...
saçlarımla duvarın renk uyumundan bahsediyorduk,
günler gidiyor diyordun sen en son..

hüptürük

az önce düşündüm de, bugün namaza giden amcalara cuma namazında başarılar dediğimde ciddiye alınmamamın sebebi, bunu söylerken bir yandan da hüptrik yiyiyor oluşum olabilir.

bu beni biraz üzdü.

susam lıçıbık.

peki ya sabahtan beri yediğim tek şeyin beş tane susamlı çubuk kraker olduğunu, annemin -aç mısın? diye sormasıyla farketmiş olmam ve yine de kendimi aç hissetmemem..
...
sanırım tanrı sonunda belamı veriyor.

(evet yerken saydım,
5 taneydi.)

hiç eğlenceli değil

beypazarı kurusu kilo aldırmıyormuş. sanırım her şey beypazarı kurusunun çok kuru olmasıyla alakalı..

uff uydurdum lan.
beypazarı kurusunun canı cehenneme.
çok sıkılıyorum.

..çünkü hala kırmızı kurşun kalem kullanan ve boş zamanlarında örgü ören bir insanım.
bugün insanlara tahammül edemeyişimin en alt sınırı neymiş onu öğrendik çocuklar.

-birazdan, hukukçu ayakkabılarımı da giyip gezeceğim buralarda. akıllı olun.

blog başlığımı değiştirdim evet

şu parmaklarımızdaki varla yok arası tüycükler, çakmakla yakılan ocaklarda biz ocağı yakmak için çabalarken tutuşmaktan başka ne işe yarıyor lan?

..X ışınının 115.yılını kutladığımız şu nadide günde insan böyle şeyleri düşünmeden edemiyor.
bugünkü borçlar hukuku çalışmamı, 3 günde toplam 6 sınava girişim ve dün gece 23:00'dan beri hiç uyumayışımla beraber sayın doçent doktor fadıl yıldırım'a armağan ediyorum.

saygılar.

darling

agathe & fine - green grass

''don't say good bye to me
describe the sky to me..''

şarkıyı söylerken her bir kelimesinde bir insan öldürüyorduk; şarkının sözlerinin uzun olması ise tamamen tom waits'in suçuydu.

..

sanırım ironikliğim yüzünden en sonunda kanser olup öleceğim. çünkü karşındaki insanın dürüst olmasını istemek ve aynı zamanda dürüst olduğu zaman söyleyeceklerini duymak istememek gibi gerçeklerle nefes alıyorum her gün.

o yüzden şimdi; siz bakınca dimdik duran, köşeyi dönünce omuzları düşen biri olduğum gerçeğiyle sizleri başbaşa bırakıp gideceğim
sonra da,
her zaman başka seçenekler olmasına rağmen,
kendimi daima 3-5 tanesinin arasına sıkıştırıp yoruluyor olmamla oturup,
bu akşam tek başıma yemek yiyeceğim.
facebookta orda burda gençler çılgınlar gibi bayram kutlarken, benim neden bayraklı, Atatürk'lü fotoğrafım(!) yok dedim.
neden olmasındı yani..
bu bayram da her bayram sabahı olduğu gibi, uçaklar gökyüzünde deli gibi uçarken ve şehrin göbeğinde tanklı gösteriler yapılırken, bununla gurur duyan insanların yanında değil de, (yine) yatağımda mışıl mışıl uyuduğum için kendimi asla affetmeyeceğim.

mükemmel paylaşımlarıyla bayram olduğunu bize gösteren tüm gençlerin baryamı kurtlu olsun.

edit: kulaklığımda Onuncu Yıl Marşı çalıyor, çok coşkuluyum. (!)
çünkü bilirsiniz; savaşlar olur, insanlar ölür, savaş aletleriyle bayramlar kutlanır ama o alınlar hep açıktır.

tema vakfı gibiyim.

''gülşahı sev.''
~aytaç

bu şarkıya 'koşan kız' klibi çekilsin istiyorum.

the last shadow puppets - standing next to me

şarkının ritmiyle koşmak istemem arasındaki ilişkinin matematiksel olarak izahı, bu ikisinin birbiriyle doğru orantılı olmasından ibaret mi bilemiyorum.

bildiğim tek birşey var:
''..but i can't relate to the never ending''
deyişiyle beni benden alışı aynı zamana denk geliyor.

sonrası bildiğimiz gibi:
''and your love
is standing next to me
is standing next to me..''

etipufu çatalla yerim.

şunu dinleyin: the do - on my shoulders

çılgın limon sarısı renginde ufolar görüyorum geceleri.

her şey çok i çiçe giriyor bazen.

rüyamda kalbimi çıkarıp doğradım.
dolunay vardı gökyüzünde; sonra ben kalbimi parçalara ayırırken bir süreliğine gülen yüz oldu,
işte ondan sonra da öldüm.

ölürken hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi olayı doğruymuş,
hala yaşıyor iken söyleyeyim dedim.

5

dört sandalye vardı locada. yer gösteren kız cep fenerinin ışığını Erhan'ın bozuk para dolu avucuna tuttu. bu durmadan sakız çiğneyen kız B.'nin sinirine dokunuyor. Erhan'ın eli yirmi beşliklerle ellilikler arasında kararsız gibi. paltolarını öndeki sandalyelere attılar, oturdular.

-üşüyor musun?
-hayır.

elini tuttu. bu kemikli elin baskısı içinde gittikçe azalan kırgınlığı yatıştırdı. (dışada Erhan sinemaya gitmek isteyince -fakülteden sergiyi görmek için çıkmışlardı- niye önceden söylemedi bunu? diye kırılmıştı. sanki söylese onunla buraya gelmeyecek miydi? demek bir aydır birbirlerini tanıyamamışlardı.) yüreği çarpıyor diye kızgın. ilk defa geliyor locaya. üç gün önce soğuk, karanlık bir arsada saatlerce öpüşmüşlerdi. şimdiye dek bu loca insanlarına hep alay ederek bakardı. neden kendi durumu ona pek önemli geliyor? neden çarpıntısını durdurup kendisiyle alay edemiyor? ışıklar yanınca salondan yana bakmayan bu sinmiş, kızarmış loca insanlarının tedirginliklerindeki gülünçlük.. yoksa o da onlardan mı olacaktı?

Erhan'ın sol kolu omuzlarına dolandı. yüzü yakınında, büyük. dudakları birleşti. sağ eli belinden yavaş yavaş yükseldi, göğsünde durdu. kulakları uğulduyor. ''yüreğimin çarpıntısını duyacak. ne saçma...'' bu el göğsünün hep bir yanını sıkıyor. canı yanıyor ama yine de bu kemikli eli okşuyor.

birden görünmeyen seyircilerin gülüşüyle ürperdiler. bu yapıda film seyredenlerin de bulunması sanki olağanüstü bir şeydi. Erhan içinde ''ceket'' kelimesi geçen bir söz söyledi; sesi boğuk, anlamadı. dudakları yeniden birleşti. şimdi onunkileri tatlı-sert öpen dudaklar dışarda sinemaya girmeyi teklif edenler değil miydi? son günlerde onun içtenliğinden şüphelenmiyor muydu? ''-her şeyin bir sırası vardır,'' derken gözlerini kısışı, yanlarına geldiği zaman Güler'e kaçamak bakışları... tanıştığı erkeğin o olmadığını anlar anlamaz ayrılacağnı söylerdi. B.'nin bir yanı, Erhan'ın aradığı 'o' olmadığını biliyor, ama zorluyor kendini. ''niye o olmasın? öyle güzel ki...'' yakınlık hoşlanmayla başlıyordu. bir ay önce kantinde Dağlarca'nın Ölü şiirini okurken Erhan'ın gözleri sulanmıştı. belki B.'yi ona yakınlaştıran bu olaydı. ''işte eli bacaklarımda. Nedim de hep etekliğimin altında bacaklarımı sıkardı. yoksa bu da o mu? yılı olmuş. tam bir hafta öpüşmüştük. tın tın...''

bacaklarındaki el gergin, okşamakla kanmamış daha ileri kaydı. kadının sonradan kazandığı o ek-içgüdüyle bacaklarını kıstı. annesi, küçükken orasını kurcaladığını gördükçe eline iğne batırırdı. salt oraya verilen önem... ''dalgın olduk mu gerçek benliğimizle davranıyoruz. ben de öteki nazlı dişiler gibi miyim?'' kendini yeniden koyuvereceği sıra Erhan'ın eli bacaklarından ayrıldı. kinli, istediğine karşı gelinmiş şımarık bir oğlan sesi duydu:

-ne o, yoksa kız mısın?

önce şaştı. ''ah, bu kadarı fazla...'' içinde yıkıcı, acı verici bir deprem başladı. dönüp baktı. şu yakışıklı erkek işte buydu. artık tanımıyordu onu. şiirlerin, kitaplardan kapma büyük sözlerin yapma süsünden sıyrılmış; beylik yargılarla dolu, bayağı. böyleleri için en nemlisi kızlıktı. oysa B.'nin ona vermek istediği şeyin yanında kızlık neydi ki? yarın gidip onların bu kızlık dedikleri şeyi tanımadığı bir erkeğe verecekti. (hey gidi öfke, sen insan aklına daha saçma düşünceler bile getirebilirsin.) yanındaki erkek bunu almanın sorumluluğundan korkar. biliyor, korkaktır o. ona sarılmaktan, onunla öpüşmekten tat aldı diye kendini hor gördü. ''bulaşık bezi. vıcık vıcık...'' onların gözünde bütün kadınlar birdir. amaçlarına götürmekteki başarısı denenmiş o pek rahat 'sıra'larını bozmazlar: önce el tutulur, sonra öpülür, sonra memeler okşanır; en son etekliğin altı gelir. ''ben onun için yeni bir kobayım, bir deney hayvanı...'' birden suya düşmüş gibi üşüdü. Erhan kolunu uzatmış onu yeniden kucaklamak istiyordu. oturduğu sandalyeyi çekti.

-bırak, dedi.

ne işi var burada? işte üşümüş. başı az az ağrıyor. artık perdede konuşanların sesini, seyircilerin öksürüklerini duyuyor. kalktı, paltosunu aldı.

-gideceğim ben.
-ama niye? mantıksızlık bu.
-olsun.
-çıkalım öyleyse.
-hayır, sen kal. seninle çıkmak istemiyorum.

biliyor, kalmayacak; o da onunla çıkmak isteyecek. ''bu korkağın anlayacağı dille konuşayım.''

-yalnız çıkmak istiyorum ben. arkamdan gelmeye kalkarsan bağırırım.
-önemsiz bir söze... ('şşşşt! başka yere...') dedi seyircilerden biri. paltosunu giydi, çıkarken Erhan yarı karanlıkta, gerçekten şaşırmış gibi oturuyordu. B. kapıyı kapadı. karşıda yer gösteren kız hala sakız çiğniyordu. kendine bu ucuz batakhane rehberinin gözleriyle bakınca sarardı.

cadde soğuktu, kalabalıktı. içi bulanıyordu. sanki dudaklarının derisi kabuk kabuk kalkmıştı. yaladı; Ağacami'nin duvarı dibine tükürdü. kusmaktan korktu. geçenler ona bakıyorlardı. yürüdü. ''bu caddenin elbet tenha olduğu zamanlar da vardır. hiç görmedim ben. kim bu insanlar? işten mi dönüyorlar; eğlenceye mi gidiyorlar? şu adamın burnu Gide'in burnuna benziyor. ama nasıl da kasvetliler. bunların içinde 'meçhul denizlerde balık' olmayı isteyen var mı acaba? belki şu hep önüne bakan adam... ne güzel okumuştu bu şiiri. gözleri sulanmıştı. yoksa kız mısın? ya karşıdaki şaşı kadın, durmuş kimi bekliyor? koş, bakayım, koş; kaç bu caddeden. yetişemeyecek. evet, tramvay kalktı. neyse, üzülme, bir başkası gelir alır seni. ama şimdi koştun diye içinde bir utanma var değil mi? taksim demişler buraya. yollar ayrılıyor diyedir. yoksa bu alanda kocaman bir adam büyük bir karatahtanın önünde halka dört işlemden 'bölme'yi mi öğretirdi? dersi bizim Ahmet beyin dersi kadar sıkıcı mıydı? ne der Güler: ''on birden on bir elliye, Ahmet beyin orda uyku kürü.'' o gün kantinde Güler'e kaçamak bakıyordu. Aa! Emine yengem... ama değil; o bu kadar boyanmaz. hem ne arar burda? mudanya'dadır. bugün kimse gelmiyor arkamdan. her sefer sinemadan döndüğüm yol değil mi bu? işte teknik-ün-verme okulu. geçen defa ta evin önüne dek gelen sessiz, gözlüklü çocuk nerde? yoksa farkındalar mı? (bir daha tükürdü.) bu merdivenlerden kayıp bir düşsem. yoksa kız mısın? elbet kızım. yirmi iki yaşındayım. neden 'her şeyin bir sırası vardır' dediği gün kalkıp gitmedim sanki? Güler'e de bakardı. beni daha saf, daha kolay buldu heralde. iyi. uslanmam ben. Dolmabahçe. artık eve geldik sayılır. geç oldu ama. saat... altıya on var. evdekiler şimdi meraklanıyorlardır. koşamam ya. içeri girdim mi üzüntüler unutulur. annemin yüzü güler. babam odadan '-kim gelen?' diye sorar. '-B.' '-iyi, iyi.' hepsi bu. nerde kaldığımı bile sormazlar. bu güvende sıkıcı, küçültücü bir şey var. oysa biliyorum, babam üzülüyor. saat beşi geçti mi aklına binbir kötü şey geliyor. yine de 'çocuklara güven ilkesi'nin dışına çıkmaz. ah, babamın şu 'ilke'leri... sonra odam: masa, karyola kitaplar. benim inim. bu gece bir kapansam oraya. üzgünüm. ama çok kalamam. Sami kapıyı yumruklar: 'yemeğe, yemeğe.' canım istemiyor desem başıma toplanırlar. kadınların neden evlendiklerini anlıyorum: yalnız kalabilmek için.

sağında, Dolmabahçe'nin yüksek duvarları ardında bir vapur düdüğü öttü. solundan ışıklı bir tramvay geçti. karşıdan gelen adam yanından geçerken laf attı.

-yavaş ol şekerim, bir yerini inciteceksin.

bu külhanbeyi şakası üzüntüsüne bir havalanma deliği açtı. ''bugünkü benim son aldanışım olmayacak. insanlara güveniyorum.'' eve varıncaya değin bu duyguyu içinde taşıdı.

(yusuf atılgan/aylak adam/kış/5.bölüm)

hiçlenirim

kill bill'i her izleyişimde, parmak arası terliği çorapla giyen sürtüğün öldüğü sahnede içlenirim hep.
ağlarım.
hem ölsün hem ölmesin isterim.

meiko kaji / the flower of carnage

WHERE DO THE ROCKETS FİND PLANETS.

sabah ilk derslerine hep geç kalan küçük gülşah'ın dramı isimli bir kitap yazacağım.

ilk ders saat kaçta olursa olsun; 08:30, 09:30, 10:30.. farketmez, geleneksel ilk derse geç kalma eylemini gerçekleştirdikten sonra, ikinci dersten güne başlıyorum.
her sabah, uykuya düşkün oluşumu bildiğim tüm güzel küfürlere emanet edip öyle çıkıyorum yola.
zamanında uyandığımdaysa bir şekilde yine gecikiyor herşey; otobüsler gelmemeye başlıyor, tam evden çıkmak üzereyken anahtarımı bulamıyorum, durağa geldiğimde çok önemli birşeyi unuttuğumu hatırlayıp tekrar eve koşuyorum..

ve sonra bir an durup soruyorum kendime:
NEDEN Kİ YANİ

''but with you by my side I can do anything''

bu şarkıyı sevdiceğinizle beraber söyleyin:
the velvet underground - i'm sticking with you

taksi sarısı şemsiyeleri moda yapacağım.
ve evet şemsiye yeminimi bozdum.

we love you, ismet.

spora başladığım ilk gün spor hocamın, evine gittiğinde karısına çocuğuna anlatıp gülebileceği harika anıları olmuştu sevgili gönül dostlarım. nefes alırken bayılma tehlikesi geçiren, hareketleri 1-2-3-4-6-7 diye sayan bir insanla çalışmak her spor hocasına nasip olmaz, bilirsiniz. tamamen ümitsiz vaka iken, bugün spor salonunda bütün ümitlerin bağlandığı insan haline gelişimle ilgili bir kaç söz söylemek isterdim ama konumuz bu değil. (tam da burada çok çalıştım, azmettim, başardım diye devam ettiğimi bir düşün.)

spor iyi bişey olabilir ama eğlenmek daha iyi bişey. o yüzden bu yazının ana düşüncesi 'haydi gelin spor yapalım' değil, şudur: 'bir gidin bakın, eğlenmiyosanız siktir edin.' sağlıklı yaşam falan hepsi bi kenara, eğlencesiz sağlıklı yaşama karşıyım ben. bu yüzden koşu bandında koşarken suratında ''çok eziyet çekiyorum'' ifadesi olan birini gördüğümde ağlamak istiyorum. rahat olun gençler, hiçbirşeyi yapmaya mecbur değilsiniz.

son olarak,
46 yaşında olmasına rağmen -adam babamdan yaşlı beyler- 8 yıldır düzenli olarak spor yaptığı için hala karizmatik ve seksi olan ismet'e buradan bir şarkı armağan etmek istiyorum:

ismetçim, 'hayat hiç de adil değil' diyen erkeklerin parmakla göstereceği bir örnek niteliğinde olduğunu bilmelisin tatlım.

it's me.

kazak ve ceketle üşüyen benim.
falling diye şarkı yapıp, denizin boyumu aşan yerlerinde derinden yürüyormuşum gibi hissetmeme neden olduğu için civil wars'a kızan benim.
''inleyen nameler''i ''inmeyen nameler'' diye söyleyen arkadaşı olan benim.
otobüs, banka gibi münasebetsiz yerlerde bağırarak şarkı söylemek isteyen benim.
çünkü,
ÇOK SIKILIYORUM LAN
.

bide odam tarçın kokuyor.

uyku

anouar brahem - leïla au pays du caroussel, variation

bu müziğin, dünyaya gelmeden önceki halimle bir ilişkisi olduğunu nereden bildiğimi size anlatmamın bir yolu olsaydı keşke.

her şeyin farkındayım.

eğer bu yazdıklarım sizi ilgilendirseydi sizlere ne kadar hasta olduğumdan,
kaç saniyede bir hapşırdığımdan bahsetmek isterdim.

dahası,
muz renginde muz çorabımın olduğundan,
gözlerimin bazen sulu sulu baktığından,
en çok sevdiğim şeyin güneşin akşama doğru portakal gibi oluşu
ve
kate'in soyadının orange olmasının sebebinin bu portakal olduğundan,
ya da bulutları içine çeken bir elektrikli süpürgenin varolmasının herşeyi ne kadar başkalaştıracağından,
ve başkalaştıranların ne kadar güzel olduğundan sizlere bahsetmek isterdim.
ama hepimiz biliyoruz ki; bunların hiçbirisi sizi ilgilendirmiyor.

...

rüyalarımda kendimi batman'in sevdiceği olarak görmem bilinçaltım konusunda beni endişelendiriyor.

ÇÜNKÜ GERÇEKTE HEP JOKER'İN MANİTASI OLMAYI TERCİH EDERİM.

ıslıklı

cee lo green- what part of forever

bu şarkıyı ıslıkla böyle çalabildiğim gün dünya yeniden tam bir küre olabilmek için kuzeyden güneye doğru dönmeye başlayacak.
o yüzden,
zamanı geri getirmek için şimdikinin aksine batıdan doğuya dönmeye değil, kuzey-güney yönlü dönüşlere ihtiyacımız olduğuna inandığım gerçeğini GELİN ÖNCE BİR OTURUP KONUŞALIM GENÇLER.

ikizler

kararsız kaldığım dönemlerde herşeyin bir orta yolu vardır diyerek kendimi telkin ediyor olmam, küçükken çizdiğim evi sarıya mı yoksa kırmızıya mı boyayacağıma karar veremeyip en sonunda turuncuya boyadığım günlerden kalma bir alışkanlığımdır.

ayrıca en sevdiğim renk; pastel boyada sarı olurken, kuru boyada mavi'dir.

çocuk

''gözlerimde bir ışıldama
yüzümde bir gülümseme
kalbimde bir sızlama
bir adım attığımda
hayallerimi duyuyorum''

-yaren


5yaşındaki kardeşim yazı yazmayı bile bilmezken az önce anneme kağıt kalem getirip bunları yazmasını söylemiş,

okuyunca bir hoş bir hoş oldu içim.

komşuluk ilişkileri ölsün.

her gece içen abisinin attığı naraları dinlememiz sebebiyle, muhtemelen kendisine yeterince ilgi göstermediğimiz kanısına varan komşumuzun ergen kızı sevgili burcu, annesinin tansiyon haplarından bir avuç yutup intihar etmeye çalışarak mahallemizin yeni ilgi odağı olmayı başarmıştır.
burdan kendisini tebrik ediyor, acil şifalar diliyorum.

AFERİN,
GÖZÜME GİRDİN BURCU.

pasit

google'a ''facebook'' yazma niyetiyle '' fabrika'' yazan, açılan sayfalara sanki kendiliğinden açılmış gibi ''nerden çıktı ki şimdi bu..'' diyerek boş boş bakan bir insanım.
evet çünkü bu sıralar kafamın içi pamukla dolu benim.
ve böyle mutluyum.
çünkü pasif ve basit bir hayat muhteşem.
yani işte kendiliğinden oluyo bazen herşey, kasmayın o kadar.

-bugün 4 litre su içtim. başka bişey olmadı.
mesela..

çok eğlenceli lan.

god loves me.

bi tane kız varmış kambur zaman içinde,

okula gittiği günlerden birinde sabahın 9u olmasına rağmen canı çorba içmek istiyormuş: mercimek çorbası. ''çorba getirin bana yeaa'' diye gezerken, öğlen yemek vakti geldiğinde yemekhanede mercimek çorbası çıktığını görmüş, gülümsemiş. akşam eve geldiğinde annesi herşeyden habersiz mercimek çorbası yapmış. yine gülümsemiş.

sonra bigün evden çıkarken mp3üne bir kaç başka şarkı atmış fakat, aklında olmasına rağmen where is my mind'ı eklemeyi unutmuş. otobüse bindiğinde unuttuğunu farketmiş ve üzülmüş. o kadar çok istiyormuş ki onu o gün dinlemeyi, akşama kadar dilinden hiç düşmemiş şarkı.. yorulup bir yere birşeyler içmek için oturduğundaysa ilk çalan şarkı ''where is my mind'' mış.

gizli güçlerim var akıllı olun diyorum ama hepinizin aklı bir karış havada beyler.

karpuz

annem çakma adidas şortu giyiyor.
anneme hayranım.
karpuzu çok seviyorum.
annemin aldığı karpuzlar muhteşem oluyor.
''bugün de evde yemek yok çocuklar'' diyen annelerden olma korkumu bir yana bırakalım şimdi,
annem süper kadın gençler.

ANNE BURAYI OKUYORSAN BU SÖYLEDİKLERİMDEN BİR ÇIKARIM YOK BUNU BİL KADIN.

everyday

sabahları bu şarkıyı dinleyince gün boyu herşey yolunda oluyormuşçasına her sabah bu şarkıyı dinlemenizi istiyorum. hatta gözkapaklarınıza duyarlı bir mekanızma yapmayı becerebilirsem, gözlerinizi açar açmaz bu çalsın istiyorum heryerde. evet.

ütü

birileri soğuk ütüyü icat etmeli.
isviçreli bilim adamları şampuan kutusunun dibinde azıcık şampuan kalınca üstüne eklediğimiz su yüzünden kısır olup olmayacağımızı araştıracağına neden böyle şeylerle uğraşmıyor diye düşünmüyorum artık, bilirsin bıraktım o işleri. o yüzden isviçreli bilim adamlarının canı cehenneme ÇÜNKÜ HAVA ÇOK SICAK.
buhar yerine buzlu su fışkırtan ütüler olmalı artık dünyada anlatabiliyor muyum?
''yazlık ütü'' fikrimden bahsediyorum burda gençler
çünkü hani bir tane reklam vardı ya, işte ütü yaptığım oda aynen öyle oldu şu an. sadece ordaki adamlar yok, ÜSTELİK DE ÜTÜMÜZ TEFAL!

ayrıca eteğimi ütülerken cebinden sakız çıktı şu an onu çiğniyorum.
yıkanmış ve ütülenmek üzereyken farkedilmiş bir sakız düşünün ağzımda, çünkü yıkanmış ve ütülenmek üzereyken farkedilmiş bir sakızla daha güzel balon yapılıyor.

hayat yaz günü ütü yaparken hiç de eğlenceli değil aslında ama sakız çiğnerken şarkı söyleyebiliyorum yine de ben. sakız çiğneyip şarkı söylerken bi yandan ütü de yapabiliyorum, hatta ve hatta sakız çiğneyip şarkı söyleyerek ütü yaparken kullanmadığım sol elimin işaret parmağıyla da tabak çevirebiliyorum mesela.
evet.
erdem'i özledim.

ciddiyim.

o değil de gençler,
ben ilerde çocuğuna sürekli müdahale eden bir anne olursam eğer, ki dünyada ne olacağı belli olmaz, çekip vurun beni tamam mı lan?
ben size ceza almadan cinayetten nasıl sıyrılacağınızı da anlatcam, endişelenmeyin herşeyin bir çözümü var.

ha ayrıca alt dudağımda çıkan gerizekalı uçuk, sevmiyoruz seni olum. GİT BURDAN!

sadece yelek giyip içine hiçbişey giymeden metroda karşımda oturan sevgili apaçi, konverslerinin turkuaz olmasını da bi kenara bırakırsak: NE HALT YEMEYE O PAKET LASTİKLERİNİ KOLUNA TAKTIN LAN.

metroda telefonum çekmiyor gençler.

Alaska

rüyamda alaska'daydım. üstelik aşıktım.
en sevdiğim mevsimin yaz olduğundan endişe duyduğum şu günlerde gördüğüm en güzel rüyaydı.
everything is turning blue la la laa..

deniz kokan bir şey, hem de çok güzel kokan bir şey..

sarı

yolculuklara akşam üzeri çıkılmasından yanayım.
akşam üzeri çıkılan yolculuklarda, yolda şu şarkının dinlenilmesinden yanayım.
ayrıca bide sarı vosvosun dünyanın en güzel bir arabası olduğunu düşünürsek, yolculuklara akşam üzeri sarı vosvosla çıkılmasından ve yol boyunca şu şarkının dinlenilmesinden yana olduğum söylenebilir.
çünkü gençler, sarı vosvos en güzel bir arabadır.

n'aber cınımm? (bugs bunny'nin sesinden.)

7

güneş enerjisiyle çalıştığım gerçeğini bir kenara bırakalım şimdi, çok sıcak. beynimin günleri otuzaltı saat olarak algıladığı dönemler yaşıyorum. otururken durduk yere rüya görmek de olaya dahil. hayır delirmiyorum, çünkü dünya dönüyor ben ne dersem diyeyim.. geçen gün bir tane uçak bizim evin tepesinde 7 kere daire çizdi mesela. pilotu delirmiş.

bide adam sandler gelsin beni babamdan istesin.
adam ''sandler'' beyler.
şimdi herkes sussun.

sakız

şehir içinde otobüse bindiğimde, hep en arkasına oturuyorum ki rahatça sakız şişirip patlatabileyim. çünkü bu şekilde sakız patlatma sesinden rahatsız olanlar arkasına dönüp baktığında, sakız patlatma suçundan birden çok kişi zan altında kalabiliyor.
arkasına dönünce birileri, ağzımı hiç kıpırdatmadan dışarıya baktığım da doğru evet.
ne mutlu türkiye!

*'ne mutlu türkiye!' bir helin avşar cümlesidir.

sineklere uyarı

sabahları uyurken vizzzzzz diye tepemde gezecek olan sineklere yazıyorum bu yazıyı,
bugün içinizden birini öldürdüm.
hatta ezdim diyebiliriz.
hayır pişman değilim.
bu yazıyı yazıyorum, çünkü eğer aranızdan biri yine gelecek olursa ben uyurken, evli ve çocuklu olsun istemiyorum.
sinekler yüzünden uyuyamadığımda vicdanımı yatağımın altına saklıyorum çünkü ben, o yüzden herşeyi yapabilirim bunu bilerek gelin.

kimse üzülsün istemiyorum.
kadın sinekler kocalarınızı uyarın. lütfen.

hot

hep yaz olsa ama keşke bu kadar sıcak olmasa dimi,
tanrım sen de biliyorsun ki soyunmak terlemeye engel değil, lütfen ısı ayarını biraz düşürelim.
lütfen.
*
bilirsin herşeyin bir sebebi var, vitesli bisikletlerin bile.

adam mümin beyler.

''Ankara Büyükşehir Belediyesi 2010 Çocuğu Ücretsiz Sünnet Ettirecek''

bu melih gökçeğin hiç işi gücü yok lan, böyle bebelerin pipisiyle uğraşıyo her yıl..

çoluk

ben burdan siz gençlere önemli bir uyarıda bulunmak istiyorum:

LÜTFEN ÇOLUK ÇOCUKLA BENİM TATİL YAPTIĞIM ŞEHRE TATİL YAPMAYA BİR DAHA GELMEYİNİZ. DİKKAT DİKKAT, LÜTFEN ÇOLUK ÇOCUKLA BENİM TATİL YAPTIĞIM ŞEHRE BİR DAHA TATİL YAPMAYA GELMEYİNİZ.

bıktım lan
..boğulan çocuk, simidi kaybolan çocuk, poşete su doldurup deliklerinden fışkıran suyla insanları ıslatan çocuk, ben evimizi özledim diye ağlayan çocuk, annesinin ''çabuk buraya gel! booolcaan!!'' diye bağırdığı kolluksuz denize giren çocuk, bana kumdan kale yap diye ağlayan çocuk, gerizekalı anne babasının zorla denize soktuğu ''ben denize girmiceeeeem!!'' diye denizden korkup ağlayan çocuk, sahilde kaybolan çocuk..
bi dahaki sefere şeker vercem diye çocukları kaçırıp, sadece kafalarını dışarda bırakıp hiç kıpırdayamayacakları bir şekilde ıssız bi yerde kuma gömmeyi düşünüyorum. toplu mezar gibi bir nevi.
çocuğunuzu da alın gidin lan.

edit: çocukları çok seviyor olmamın bu konuyla bir alakası yoktur. lütfen saçmalamayınız. aynı şey değil.
bide hamile kadınlar, lütfen hamile hamile denize girmeyiniz, çok korkuyorum bişey olcak diye.

ants love me.

sevgili, ben gülümseyerek yürüyen merdivene bakarken, yürüyen merdivenden bana bakıp gülen çocuk,

yürüyen merdivenin boş olduğunu normal merdivenden çıkarken farketmiş olup salak salak gülümsemem; parkta üstümde gezinen karıncalara rağmen, 2 saat çimlere yatıp, müzik dinlerken kendi kendime gülüp şarkı söylememle aynı nedene dayanıyo bunu bilmelisin gerizekalı.

mutluydum lan sadece, yoksa aklım başımda benim.

bu yazıyı özellikle makinistler okusun: O KAPILAR BEN BİNMEDEN KAPANMAYACAK BİR DAHA.

metroya yetişmek için merdivenlerden koşarak inen, ucu ucuna yetişecekken kapıların kapanmasıyla metroya binemeyen insanlar için endişeleniyorum.
hayat bence en çok o zaman küsülesi oluyor. yani ben hep o zaman bir silahım olsun ve bir sonraki metroyu kaçırayım, hatta makinistin kafasına silahı doğrultup ''şimdi her 2 metrede bir, şiddetli bir şekilde frene basarak sür şunu seni lanet olası pislik'' demek istiyorum.
varsın metrodaki yolcular 2 metrede bir sarsılsın..

ama küsmeyin lan 2 dkda bir geliyor metro dediğin!?!

hatta

altından arabaların geçtiği yaya köprüsü bulup, bacaklarımı sallandırarak oturduktan sonra, arabaların gürültüsünü bastıracak kadar yüksek sesle şarkı söylediğimi, çekirdek çitleyip kabuklarını geçen arabalara atıp ''ARABANIZI DA ALIN GİDİN LAN!!'' diye bağırıp ardından kahkaha attığımı hayal ediyor olmam da yetmiyor.

bilesiniz.

yalın

telefonumda 250 tane numaranın olması ve hiçbirinin işe yaramaması, işe yarayan numaraların sahibi arkadaşlarımın çoğunun şehir dışında olması yüzünden bunalıp, 6lı brovni alıp yemeyi düşünmüş olmam, bunu düşündüğüm anda en son en fazla 3tanesini ardarda yiyebildiğimi hatırlayıp kalan 3ünü yiyecek kimsemin olmadığını farketmem, ne kadar yalnız olduğumu anlatmaya yetmiyor gençler.

temmuz

temmuzun kendini nisan sandığı şu günlerde, şemsiye yeminimi bozmayı düşünüyorum gençler. çünkü insan gibi davrandıkça zıvanadan çıkıyo hava. sinüzit dedikleri yağmur yağınca ben burdayım diye bayrak çıkarıyo sanki başımdan. lakin yine de mikail'le aramız iyi.

bütün gün alışveriş yaptım, geberdim yorgunluktan, bir yandan da sinüzit.. ama sonra ''allahım daha fazla alışveriş yapabilmem için lütfen bana para ver'' diye dua ederken buldum yine kendimi.. kadınım çünkü. damarlarımdaki asil kanda mevcut bi kere alışveriş dediğin.

ben şimdi yine gidiyorum.
herşey yolunda.
ben gelene kadar herkes sevişsin.
hadi öptüm.

''gidip gelmeler bitti, gelip gitmeler başladı.''
elçin.
''abla az önce sana içimden salak dedim nolur kızma''
5yaşındaki sevgili kardeşim Yaren, dürüstlük abidesi olduğundan
ağlamaklı bir şekilde gelip
15yaşındaki diğer kardeşim Aylin'e böyle söyledi bugün.
bu ikisini seviyorum.
''ne biçimsin esraa?!!''
parktaki cadaloz kız çocuğu.

tetristanbul

tetris'i çok fazla oynadığında, havaya bakınca da sürekli onlardan gören tek kişi olmadığımı öğrendiğimden beri geceleri daha rahat uyuyorum.
dün geceden beri. evet.
gözümü kapatınca bile kare, uzun çıbık falan görüyodum ben o derece vahim..
hep o lanet olası çubuklar yüzünden..
beklersin ve bir türlü gelmez hani; onun yeri ayrılır hep, böyle uzuuunca bir aralık hep o uzun çubuğu bekler ama o gelmez. sen ne zaman ümidi kesip, oyunu kaybederim korkusuyla o deliğin ucunu tıkayıp yüksekliği azaltma çabası içerisine girersin; işte o zaman gelir ve seni, kendisini yatay olarak diğerlerinin üzerine yerleştirmeye mahkum eder hani..

bide artık ''uluslararası'' sözcüğünü tek seferde doğru yazabiliyorum.

herneyse,
biletimi de aldım, gidiyorum yarın.
los angeles'a. hıhı.
gelince görüşürüz.
güne arkadaşının dün gece trafik kazasında öldüğünü öğrenerek başlamak kadar kötüsü var mı bilmiyorum.
bunu niye yazdığımı da bilmiyorum.
dün vardı ve bugün yok.
yazınca ne kadar basit geliyor halbuki..
tek bildiğim kıymet bilmediğim, üzüldüğüm şeyler için utandığım
20 yaşındaydı yaa daha..
kimbilir daha neler vardı yapmak istediği
sizin de var biliyorum
yapmak istediğiniz,
ertelediğiniz birsürü şey var
nedenini siz bile bilmiyorsunuz üstelik..
demek istediğim,
bigün çıkıyosunuz evden
ve ertelediklerinizle beraber ölüyorsunuz işte
olan bu..
şimdi hepiniz normal hayatınıza devam ediyorsunuz ve bunu okumanız da çok anlamsız
bende öyle,
bende devam ediyorum
ama işte o,
''dün'' vardı ve ''bugün'' yok.

böyle; öyle değil.

sütten nefret ederim.
kediden hoşlanmam, bunun küçükken mahallenin en piç çocuğunun ben bisiklet sürerken sırtıma yavru kedi koymuş (koymuş çok naif oldu. attı bildiğin. üstelik de bana aşıktı.) olmasıyla elbetteki alakası var.
mahallenin en piç çocuğunun adının ''rahman'' olması da cabası..
rahman şimdi hapiste.
şaka değil.
ayrıca da bir kara kedinin gözlerini dikip bana bakıyor olmasından çıkaracağım sonuçlardan da korkarım, arada hala saçımı çektiğim oluyor; çocukluk alışkanlığı.
küçükken kızın tekini dövüp burnunu kanattığım doğrudur, ama şiddete karşıyım.
dondurma yüzünden kenarları yumuşamış külaha bayılırım.
küfretmem.
yaz tatili sonrasında tekrar okula başlayıp da yazı yazmakta zorlanan çocuğa da ekstra bayılırım; böyle kötü yazar hani, yazı yazma alışkanlığı körelmiştir, bir türlü istikrar sağlayamaz yazarken, hıh işte o. bildin.

bir haziran akşamı;

not: arkadaşım aytaç mesajlarıma cevap vermiyor.

19:23 gürültü ölsün istiyorum aytaçcan. kulağımın dibinde var gücüyle kahkaha atan kaltak da ölsün istiyorum.

21:53 ayrıca da az önce belediyenin yaz kursu ile ilgili olan afişi okurken ''boks'' kelimesini ''seks'' diye okudum. -algıda sapıtma.-

21:54 az önce bir kamyon tarafından çarpıldım. evet az önce kamyonun teki bana çarptı.

21:55 bunları hastaneden yazıyorum şimdi.

21:57 doktor dedi ki bebeğe bir şey olmamış.

21:58 meğer hamileymişim.

21:58 hamileyim aytaç.
...
..
.

ti

kate: üzerinde amerikan bayrağı olan tişörtümü giyerek okula gitmem benim ölümüme yol açabilir.
betül: israil bayrağından iyidir. hem sen neden üzerinde amerikan bayrağı olan bir tişört giyiyosun ki?
kate: 5 liraydı lan. ''i love capitalism'' falan değil yani bebeyim. temizim.
..betül beni vururlarsa gazetecilere böyle demeç verme ama bak tamam mı. ''5lira diye aldı, ölümüne sebep oldu'' diye manşet olmak istemem. kapitalistti de. bu uğurda öldü de. gerçek bir savaşçıydı de.
betül: tamam derim. tanıdığım en burjuva kişilikti derim. o öldüğüne göre artık devrim mümkün derim.
kate: ...

.

kırmızı körüklü otobüslerin kapısına sıkışıp kalsın istediğim insanlar var.
bilirsin onların kapısı birden kapanıverir böyle pat diye.

of.

kız arkadaşının kol çantasını taşıyan erkeklere ve buna müsaade eden kızlara devlet yardım eli uzatsın istiyorum.
ya da hepsini boş bi alana götürüp etraflarını asla çıkamayacakları bi şekilde çitle mitle çevirsinler istiyorum.
dünya daha güzel bir yer olur eminim.
hepimiz rahat ederiz.

bu savaşlar falan boşuna hep ben size diim daha önemli sorunlar var dünyada.

bazen

bugün metroda yerde oturan çocuğa niye ''naber?'' demedim ki sanki.
oturduğum koltuktan kalkıp, gidip yanına otursaydım,
muhabbet etseydik yol bitene kadar,
ben ona kitap ayracımı hediye etseydim mesela,
ismimizi hiçbişeyimizi öğrenmeden yalnızca günlük şeylerden bahsetseydik,
sonra da durağa gelince hiçbişey demeden ayrılsaydık..
fena mı olurdu.
olmazdı.
damn it.
neden söylemedin sanki kadın?.

otibüs

bugün şunu farkettim ki; geçen sene otobüse bindiğimde, arka tarafında ''MAL NEDEN OTOBÜSE BİNİYON?'' yazılı koltuğun arkasındaki koltuğa oturduğumdan beri hayatım bok gibi gidiyo.
(bucümleyikurabildiğimebendeinanamıyorum)
o günden beri işler yolunda değil, ama sorgulamıyorum artık.
bilirsin bıraktım o işleri.
insanlar çok çılgın.
mesela bugün de otobüste ''ben hamileyiiim'' diye bağırdım hemen yer verdiler.
evet.
şaka.
değil.

green grass

bu şarkıda dedi, ''aklıma geliyosun..''

Do not disturb.

ahh şu sınavlar,
geceleri beynimden yastığıma su sızıyor gençler.

toz şekerin bok gibi koktuğu bi dünyada yaşarken, sınav gibi küçük bir detaya takılıp kalmış olmam sizleri de şaşırttı görüyorum ki..

endişelenmeyin, herşeyin gelip geçtiğinin farkındayım.

sütlü kahve

nescafeyi süt tozuyla değil de sütle içmek..
ne biliyim çok nostaljik bence.
ben küçükken 'büyükler' kahve içerken ''bende kahve içceeem'' diye tepinen veletlerdendim,
halam kahve yapardı işte, annemle oturur içerlerdi, ben çenemi kapatıyım diye bana da yapardı ama bir bardak süte 3 tane kahve taneciği falan, bilirsin: ''çocuklar kahve içmez.''
işte ne zaman kahveyi sütle içsem çocukluğum gelir aklıma..
beni bi keresinde köpek kovalamıştı.

hit mi beybiii one moore taayyym..

bu şakıyı bağırasım geliyor.
sokak ortasında böyle
sokak lambasının tam altında.
sonra işte çığlık dans bağır çağır falan
herkes sokağa çıksa..
hayır hayır
hayat sevince güzel filmindeki gibi değil.
herkesin derdi neyse bağırsa söylese
ama kimse kimseyi dinlemese
kavga etsek falan.
istediğim tam olarak böyle bişey.
evet.

my loneliness is killiiiing meee..

bilemedim gençler.

ben acı bişey yaşadığım zaman, acıyan yerimi söküp atıyorum. onu farkettim dün.
barındırmıyorum içimde.
hemen müdahale edip, umrumda değil diye geziyorum ortalıkta.
evet tamam sahte gülücükler de saçmıyorum etrafıma ama belli de etmiyorum çoğu zaman. çünkü söküp atmazsam uzadıkça uzuyo, kendimi çekemez hale geliyorum. halbuki baktığım zaman umrumda değil dediğim aslında benim kendi hissettiklerim, kendi yaşadıklarım. acımın sujesini bi kenara koyduğumda, onlar benim hep. umursamıyorum deyip attıklarım kendi yaşadıklarım esasen ve sonra bi bakıyorum sanki hiçbirşey yaşamamışım.
yine aynı şeyler başka bi yerlerimi acıtıyo bu sefer.
ama
bu
sefer,
filmi başa sarmak yok.


----o----

''sevgililer.. bizim olanlar ya da olmayanlar hepsi iz bırakır. bu izler şimdi seninki gibi çok derinini çiziyor, hepsi kalır. ama inan yeni izler de olacak..
ne kadar acı çekersen çek şunu hiç unutma, çizilecek bir yer hep vardır ve çizecek bir yer.. ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya, ya da resim olurlar senin gibi kazına kazına.'' (dar alanda kısa paylaşmalar)
matematik sorularını bakarak çözen çocuk candır. sevilir.
(benim gibi zekalı demekki..)

herşeyin farkındayım.

düşünün ki merdivene oturup durmadan ''yukarı gidicem..'' diye söylenen yorgun bi kız var.
***
tanrı aşkına bu yürüyen merdivenler neden hep bozuk..

today is the most beautiful.

ben böyle ölcem.

kutular dolusu penseyi kim ne yapsın bu saatten sonra..

kimse yok evde.
yalnız kadın tribine giriyorum böyle zamanlarda ben.
uyandım,
çay demledim,
kahvaltı yapmadım,
kedilere süt verdim,
bi sigara yaktım,
sonra da bahçeye oturup onları izledim.
kedileri sevmediğimi söylemiş miydim daha önce?
onları beslemiş olmamın bununla hiç alakası yok.
miyav diye ses çıkarıyo lan hayvan.
şaka gibin.

ayrıca anıla kızdım,
MESAJIMA NEDEN CEVAP VERMEDİN ANIL?!

zaten kimse summer'i anlamıyor, hep tom haklı dimi anasını satiim.

gece çok geeeç arzulaaar şelaaleee..
haber etsek o yare,
gelse bomonti'den..
şereflendirse bizi,
olsak teyyaree..

bal

aytaç: balın içine koyulan bir ceset çürümezmiş diye duydum. doğrumudur sence
kate: bence çürümez. ben olsam çürümem lan. bal sonuçta. düşünsene.. ölmüşsün, şekerli falan.
aytaç: al işte.. kızım ciddiyim ben denicem
kate: ben sen ölünce bala girersen bidaa bal yemem.
aytaç: börtü böcek kızım
kate: börtü böcek ne lan?
aytaç: böcek atcam balın içine çürücekmi bakcam
kate: aytaç. kendine gel. hiç böcekle insan bir olur mu? birini öldür bari öyle dene. (birini derken insan!)

(yirmi dakika sonra..)

kate: ayrıca da bala yazık. böceğe yapışır.

(beş dakika sonra..)

aytaç: off anlamıyorsun beni. kimse anlamıyor..
pişman olduğun zaman,
zevke doyduğun zaman,
huzur bulduğun zaman,
ben buralarda olmayabilirim,
haberin olsun.
ağzını açarak rimel süren kadınlar kanser oluyormuş.

olmasın

ne zamanki bir insanın benimle bir sıkıntısı olduğu halde, beni hayatından çıkarmaya korktuğunu, artık görüşmeyelim demeye cesaret edemediğini gördüm; midem bulanır, hemen kendim çıkar giderim.
bunu söylemek niye bu kadar zor geliyor hiç anlamıyorum.
endişelenecek bişey yok halbuki ortada, sadece ''ben'' olmamış olcam hayatında o kadar.
rahat olun gençler.. samimiyet iyidir.
hem gökyüzü maviyken daha güzel.

iki gündür evden çıkmadığım için çamaşır asmaya bile olsa balkona çıkmak istediğim gerçeği..

aynı bardakta akşama kadar; kahve, kola, oralet, ıhlamur falan içiyorum ben.
her birinde ayrı bardak kullanınca o kadar güzel olmuyo.
düşünüp düşümden geçici bir süre ayrı kaldığım bir adam varsa eğer, aynı bardağım gibi olsun;
herşey içilebilsin.
bende su olurum..
bilirsin su olmadan kahve de olmaz oralet de.

civciv çıkacak

bugün konferansta çişim geldi. ama sağım solum doluydu hep, bide ortaya oturmuştum, kameralar falan; kate ayağa kalkar herkesin dikkati dağılır vs.. (çokhavalıyımçokdikkatçekiyorumçünküben)
sonra işte çişimi tutmaya karar verdim, tuttum, sonra bıraktım falan.
sonra da ordan çıkıp evime doğru yola çıktım ve yoldan 2 tane civciv aldım.
birinin adını ''gözlerimizhiçyanmaz'' diğerininkini de ''enküçüğümüzbileağlamaz'' koydum.

gözlerimizhiçyanmaz alkolik gibi, ''beraber çok eğlencez kadın'' diyo sanki bakarken. enküçüğümüzbileağlamaz'ın da ilk geldiğinde gözleri kapalıydı, üşümüşlerdir diye saç kurutma makinasıyla ısıttım, şimdi ikisi de hoplayıp zıplıyolar içerde.
gidip müzik açayım da salak gibi öyle boşu boşuna zıplamasınlar.

tamam sizin yerinize de öperim.

dünya var'mış.

ben bunun üzerinde ayaklarım yere basmadan yaşıyorum.

günah


ben artık böyle gezcem.
fotoğrafçı bir arkadaşıma modellik yaptım ve fotoğrafları gördükten sonra karar verdim; bundan sonra böyle dolancam ben ortalıkta.
i really like.
my new name is ''alice''.

hapşı.

yine mi güzeliz
yine mi çiçek..

-yine mi grip.

aspiratör

bizim çalıştığında kamyon gibi ses çıkarıp üzerindeki baharatlıkları yürüten bir aspiratörümüz var.
bide sigara içtiğimde artık başım dönmüyor diye bir daha sigara içmicem.
şaka.
çünkü burayı annemin okuyor olması bile bunu değişmez..

ve siz erkekler:
merak ederseniz diye söylüyorum; hiçbirinize güvenmiyorum.
güvenmiyor olmam, yaptıklarınızı ya da yapacaklarınızı umursadığım anlamına gelmesin, ya da istiyorsanız gelsin;
keyfiniz bilir.
bunun birsürü nedeni olabilir ama gerçekte canım güvenmek istemiyor.
keza ben de güvenilecek biri değilim.
bence güvenmeyin.
yani ben olsam bu saatten sonra benimle aynı yolda yürümem.
öyle elimi taşın altına falan da koymam..
isterseniz duvarlarıma çarpa çarpa nasır, ağlaya ağlaya yosun tutun.
ger
çek
ten
hiç
umrumda
değil.

çünkü boğazım çok kötü ağrıyor.

huzur

bazen diyorum ki, benim de bir usb kablom falan olsa, böyle bilgisayara taksam direk blogla iletişime geçip, ne hissediyosam bir bir hepsini yazsa.
mesela şuan..
mümkün değil anlatamam. o kadar kabiliyetli değilim yani.
hayat öyle ''garip'' ki.

bitti mi sandın

birbirimize vitaminler moraller verdik.
bla bla bla.

cin

telefonumun içine cin girdi.
dünkü yağmurdan sonra ne zaman baksam kendi kendine rehberi geziyor..

ben geceleri böyle şeyler düşünüp yatıyorum. evet.

''ben kadın olsam lezbiyen olurdum..'' diyecek kadar kadın düşkünü bir adam var hayatımda, dün gece rüyamda boynuna satır saplanmış bir şekilde yerde kanlar içinde yatıyodu; hiçbişey yapmadan öylece durup yüzüne baktım saatlerce, bekledim başında.. birsürü kan aktı ama yine de ölmedi.

-yine öldüremedim.

beyzanın kadınlarından biri de benim, tanıştırayım; bu da ''bilinçaltım''..

tanrım ya ben o vagonda olmasaydım!..

bugün hayalini kurduğum dünyadan bir kesit gerçek oldu;
önce metroda bi çocuk gitarını kılıfından çıkarıp şarkı söylemeye başladı. düşünsene; saat akşamın onu; bir vagon dolusu yorgun insan yüzü; herşeye rağmen şarkıya eşlik ediyor..
sonra kulaklığı olanlar -bende dahil- kulaklıklarını çıkardı
ve şarkı bittiğinde koca bir vagon dolusu insan alkışladı.

-hep böyle iyi anlaşsanıza siz..

everyday can be like that. no problem..

ben bugün ıpıslandım.
oturmuş ankara'ya tepeden bakıyodum, bi anda üstümde şimşekler çaktı.
saçlarım bile havayı görüp gri olmaya razı olmuştu ki; yağmur üstüme yağdı.
tam olarak üstüme yağdı. evet.
öyleki; bir yere girsem bulut da ardımdan girecekti sanki,
''anlaşılan'' dedim başımı kaldırıp bulutlara,
''bugünkü göreviniz bu: kate iç çamaşırlarına kadar ıslatılacak!''
sonra usul usul yürüdüm hiç itiraz etmeden,
önce saçlarım yüzüme yapıştı,
sonra eteğimden sular damladı,
ardından ayakkabılarım..
sonra bi amca şemsiye diye bir aletin varlığından haberimin olup olmadığı konusunda endişelenmiş olacak ki acıyarak baktı yüzüme,
ben şemsiye kullanmam diyemedim..
amca yılmadı, çantamdan da sular damladığı için telefonum mp3üm falan bozulmasın diye gitti poşet buldu,
ama onlar zaten ıslaktı ve benim üzerimde onları kurulayabileceğim 1 santimetrekarelik bile kuru yer yoktu,
ona da çare buldu, aldı kendisi kuruladı,
kurularken telefonumun ekranına bakmasın diye dua ederken ben,
o çoktan görmüştü telefonumun ekranında büyük harflerle yazdığım ''BOK'' yazısını..
içimden ''be calm..'' dedim: ''everything will be allright.''
bozuk paralarım yere saçıldığındaysa yalnızca güldüm.
sonra gittim bi çikolata aldım
ve yerken oturup dedim ki başımı kaldırıp;
''iyiydi.. bende iyiyim. don't worry.''
ve sonra şu şarkıyı söyleyip gülümsedim.

cv'ye bile yazılır.

merhaba ben kate;
hostes olmak isteyen bir kuzenim,
manken olmak isteyen bir kardeşim
ve durmadan aşure pişiren bir annem var.

everything is allright.

masal

düşününki sevdiğiniz adam da sizi seviyor(muş) gibi davranırken onun zaten bir kız arkadaşı varmış,
ve bigün size gelip o kızla bitti demiş, zaten çoktan bitmişmiş(!)..
sizin için o anda bunlar zaten sorun değilmiş, elinizde paramparça olan bişeylerle uğraşıyormuşsunuz zaten; kalbiniz gibi..
ve artık ne istediğini bildiğini söylemiş size..
bu sefer sahiden de doğru söylüyor gibiymiş(!) ve siz (yine) inanmışsınız..
ama zaten zamanla görmüşsünüz; ne istediğini bilen haliyle bilmeyen hali arasında bir fark yokmuş..
misal sonra da arkadaşından; bu yaz o kızla amerikaya gideceğini öğrenmişsiniz..
aradaki adam sizin de arkadaşınızmış ve diğerine ağzınızı açıp tek kelime edememişsiniz duyduklarınızla ilgili..
ve siz bunları bilmiyormuş gibi davranıp bu konuyu son kez açtığınızdan beri,
adam sanki herşeyi mahveden sizmişsiniz gibi davranıyormuş falan mesela..

hani mesela diyorum,
olabilir yani,
hayat neticede.
benim başıma da gelebilir.. (!)

----o----

bulutların en çok şu halini sevdiğimi daha önce söylemiş miydim?..

böyle şeyler işte.

-kendimi ortadan ikiye ayırsam birinin diğerini mutlaka öldüreceğini söylemiş miydim?
tek bir tane gülşah istiyorum. ''bir'' tane. çok değil.
tanrı aşkına
biri
beni
vursun
ve
bitsin
bu
iş.

tak tak.

bugün düşündüm de,
takıntılarını takıntı yapan bir insanın blogunu okuduğunuzu bilmeye hakkınız var.

the boy's not good..

valla benim canım kıymetli..
en fazla ''kafana sıkar giderim.''

sulugöz

artık sulugöz çiğnediğimde gözlerim yaşarmıyor.
gerçi bazen de gözlerimi sımsıkı kapatıyorum, gözyaşım yine de çıkacak bi delik buluyo gözümden ama olsun o sayılmaz.
bence ben artık büyüdüm.

-ümit sence?











şu an psikolojim çok bozuk lan. bildiğin ağlıcam böyle. şu adam beni facebooktan arkadaş olarak eklemiş?
..evlat acısı gibi.

sınayınca..

çok ısınınca çalışmayı durdurur ya hani bazı saç kurutma makinaları.. hıh işte aynen öyleyim.
düşünmeye başlıyorum ve ''trinkk!!'' duruyo beynim..

laaav laav lav

mause'um bozuk. burayı klavyeyle açana kadar neler çektim bilemezsin.. ahh tanrım neyseki açabildim(!).
bugünün tarihini unutmayayım diye bunları yazmalıyım gençler. ben bugün sabah sekiz buçukta olan devletler umumi hukuku dersime sekizi çeyrek geçe gidip (ben sekiz buçuktaki derslere gitmem de pek, hele ki ders devletler umumi ise öğleden sonra bile girmem.), kürsünün karşısındaki sıraya oturup ders dinledim. evet yaptım bunu. içimden geldi.
sonra işte öğlene doğru canım çocuk aspirini istedi,
ve marş edasıyla başlayıp ''lovee lovee love'' diye devam eden ''all you need is love'' şarkısını duyunca küfredip değiştirdim şarkıyı.
sonra işte kendi kendime düşündüm ve dedim ki; ''gülşah.. belki de turgenyef'in klara miliç kitabını hiiiç okuyamıcaksın..''

-sonra da dolunay çıktı ve gün bitti.

hey mambo

keşke adı ''heymambo'' olan ve sadece limonata içinde yüzebilen bi balığım olsaydı ne güzel olurdu diğğmi..
limonata yapardım ben ona hep,
böyle salına salına yüzerdi içinde. evet salına.

i want to eat everything.

sevincinden 5 günde 3 kilo verip, sinirinden 3 günde 5 kilo alan bi insanım ben. sinirlendirmeyin lan beni, sevindirin habire; jelibon falan alın, ya da bi tabak vişneyle kapımı çalın..
..neyse şuan yemek yemem lazım, bella ciao!

''karadeniz''

şey.. ben geldim de. böyle klavyeye yapışık yazıyorum şimdi bunları. çok yorgunum. azcık uyucam 12-13 saat kadar..
gezi yazısı falan yazmıcam lan korkmayın. o kısmı da bana kalsın istiyorum hem..
sadece şunu söyleyeyim, bir türkü varya hani ''hey gidi karaaadeeeniiz... dooldii da taaşamadii..'' diye, işte ordaki ''karadeniz'' benim aslında. evet.

-bu haftasonu adımı soranlara ''karadeniz'' dedim ben içimden.

az sonra gitcem de; ben burayı çok seviyorum lan!

***geçen şeyi hatırladım; ben fuşya diye bi renk olduğunu istop (bu aslında istop değilmiş, stop'tan geliyomuş, zaman içinde söylene söylene istop olmuş. evet.) oynarken öğrenmiştim küçükken. ''fuşyaaa!'' diye bağırdı biri ve koşmaya başladı ve ben öylece baktım evet.

***trabzonda ne işim mi var, hiç bi işim yok, o yüzden oraya gidiyorum. kendimi sümela'dan atıp gelcem, belki bide ayder yaylasında çığlık atarım.. artık nasıl gelirse içimden.

***kaç gündür netim kesikti benim. evet su kesmeye gelir gibi, gelip netimizi kestiler bizim. 4 aydır fatura ödemeyi unutan anneme burdan kokulu öpücükler..

***ımm.. başkaa, başka.. (gözlerinitavanadikerekdüşünengüzelkızefekti) hıh! geçenlerde yatağıma ice tea döküldü, işemişim gibi duruyor.

***su geçirmeyen mp3, kulaklık vs. yapsalarda banyoda eğlensek ne güzel olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

***para mutluluk getirir. (ve topuklu ayakkabı da.)

***''allahtan b12'im düşük de herşeyi çok kolay ve çabuk unutabiliyorum.'' dedim bide ben geçen. (bknz: b12 vitamini eksikliği yorgunluk, sinir ve UNUTKANLIK yapar.)

***şimdi oje sürcem. bide gidiyorum. öptüm.
sınava gittim gelicem.
çok acil.

kate orange yapım gururla sunar: windows tarlası


şimdi bizim evin önünde böyle kocamaaaan bi yeşil alan var ama aynı şey gibi, şu yukarıdaki windowsun masaüstü arka planı varya, aynısı. ama bildiğin aynı böyle.

işte cumartesi günü ben sıkıldım falan aldık başımızı gittik oranın en tepesine. bilirsin işte uğurböcekler, güneş, ot falan. huzur. fotoğraf..


it's name is hasanhüseyin.


bu güzel kız çocuğu benim kardeşim..



bu da buzdan hayaller filminde Noi'nin babannesi ve babasının üzerine bi kazan kanı boşalttığı sahne.


işte sonra bu güzel kız da ben.

silgi

hepiniz bi zaman bi yerlerde silginizi kaybettiniz ve hiçbiriniz bir silgiyi sonuna kadar kullanıp bitiremediniz, biliyorum.
peki milyonlarca silgi kaybolup nereye gidiyor hiç düşündünüz mü?
ben hep düşündüm.
hepsi ortadan kaybolup yeraltında bi yerde toplanıyorlarmış mesela..
ayinler, kaybolan silgiye kaybolabilmiş silgi ünvanı vermek için tören yapıyolarmış misal kendi aralarında.
hatta kaybolarak sahibini çıldırttıysa bir üst rütbeden başlıyolarmış falan.
(+neye başlıyolarmış?
-tanrı aşkına tabikide yavru silgilere kaybolabilme sanatını öğretmeye! başka ne olacağını zannediyorsun!?.)

diyeceğim o ki, olması gereken yerde değilse silgin; unut-gitsin. düşme peşine.
yani nereye gitmiş olabilir ki, az önce burdaydı, en fazla yere düşmüştür deyip, sonra da yerleri ara tara tırım tırıs hokus pokus abra kadabra..
gerek yok bunlara.
sen bunları söylerken o çok uzaklarda olacak mütemadiyen.
iyi ama nerde bu silgi? serzenişleri vs..
gelmeyecek bilesin.

o iyi olacak.. merak etme.
ve son olarak şunu da bilmelisin: o, dostlarının yanındayken, senin yanında olduğundan daha mutlu oluyor.

şimdi git ve ağla bi köşede.
bir silgiye bile sahip çıkamazken gelmiş bunları okuyosun bide utanmadan.
uf oldu içim.

bana özel*

kardeşim dedi ki bugün, ''abla bu şarkıyı adam seni görüp yazmış olabilir mi acaba?..''

duygulandım ben bugün.
hem

de
çok

lan.

şimdilerde,

''ne ağlarsın benim zülfü siyahım'' türküsünü dinleyip, kendimi ''bu da gelir, bu da geçer'' diye ikna etmeye çalışıyorum ben.
evet.
benim içimden geçen..

ney na na na

(şu an dibimde telefon çalıyo, evde de kimse yok ve ben yine duymamazlıktan geliyorum. şişşş. sessiz. )

Neyy naa na naa neyy na na naa..

ayy inanmıyorum (evet bildin: aşkın nur yengi)

16 saat sokaklarda sürtmeyi başarabildiğimi söylemek istedim size burdan.
nasıl da şahane bi insanın blogunu okuduğunuzu bilmeye hakkınız var dimi sonuçta..
(gerçi niye okursunuz bunları onu da bilmiyorum..)
ayrıca son bişey daha,

sensin ''sürtük''.

büyümek eşittir

en yakın arkadaş diye birşeyin olmadığı ve zamanla etrafında birsürü en uzak arkadaşın biriktiğiyle yüzleşme hali.

-kimse kırılmasın.
ya da kırılsın,
farketmez.

''society, you're a crazy breed.''*

antisosyal bir insan, dahası antisosyal kişilik bozukluğu olan bir insan olmak istiyorum. evet. böylece belki etrafımdaki kalabalık biraz dağılır ve ben de belki birazcık dinlenebilirim!
yalnızca evden okula okuldan eve gidip gelmek, evdeyken elimde kumandayla oturmak dışında hiçbirşey yapmamak, kendim dışında hiçbişey düşünmemek, onbinmilyon tane insanla buluşmamak (onbinmilyon tane arkadaş istemiyorum ki ben!), her türlü iletişim aracından uzak dururken yine de dünyada ne olup bitiyor bilmemek, topluluk görünce kaçmak, sinemaya, tiyatroya falan gitmemek, insanlarla iletişim kurmamak, ingilizce öğrenicem diye haftaiçi 3 akşamımı mahvetmemek, kitap falan okumamak, toplumdan her türlü uzak durmak, konuşmamak, sadece hepsinin canı cehenneme diye bağırmak ve MÜMKÜNSE ŞU SIRALAR YALNIZCA DERS ÇALIŞMAK İSTİYORUM.
azıcık rahat, azıcık..
çünkü bu saydıklarımın aksi olmayı ben istemedim-istemiyorum. sosyal olmak her zaman kişinin kendi iradesiyle seçtiği bi olgu değil, ben bunun en kanlı canlı örneğiyim.
ve
lüt-
fen,
ar-
tık
yeter.

lanet olsun,
SADECE-CANIM-NE-İS-Tİ-YOR-SA-ONU-YAPMAK-İS-Tİ-YO-RUM-ARTIK. anlamayan veya sorusu olan??
...
güzel.
konu -sonsuza dek- kapanmıştır.

kesin ondan oldu. evet.

bugün çorap giymedim, dişim ağrıdı.

diyorum ki,

akşam eve gelmeden arayıp bişey lazım mı değil mi onu sor mesela, hani olur ya öyle..
sonra da evde çiçek bitmiş olsun;
bi demet papatyayla gelmiş ol sen..

eyletmen beni

ağrıdan böyle uyuşuyorum, midem bulanıyo..
ellerim de buz gibi.
ben bugün yıkıldım. (somut olarak.)
evet.
sıcak su torbasına bi sarılışım var; öyle ki o halde sevgilime sarılmam.

bugün,

okula gitmedim.
uyudum.
ayaklarım üşüdü saç kurutma makinasıyla ısıttım. sonra da annem çorap giymiyorum diye kızdı, çocuğum olmazmış.
etipufun üzerindeki buradan açınız talimatına uydum, buradan açınız kısmı elimde kaldı ve oradan açılmadı.

what a wonderfulll world.

calm down.

her vazgeçtim dediğinde gerçekten vazgeçtiğini hissetmek ve aynı zamanda vazgeçmediğini..
ve aslında bu hissettiklerimin bana azıcık bile olsa sevgi gösterdiği taktirde birden bire sona ereceğini bilmek,
ve dahası bunun hiç bir zaman olamayacağını bilmek..

don't touch me. please...
&
''so please please please
let me let me let me
let me get what i want
this time''

the fall

''..what a mystery this world...
one day you love them,
and the next day you want to kill them a thousand times over...''

so:
I can kill you.

(and you should know, sometimes I really want it.)

şugün:

''ya gel bana sahici sahici,
ya da anca gidersin.''
'den başka bu kadar anlamlı başka hiç şarkı sözü olmadığını anladım.

kırmızı biber

çocuklar metrolardan ne kadar küçük dimi.
bugün saatlerce yürüdüm. evet bildiğin saat böyle, 3 tane.
şimşek çaktı, yıldırım düştü ve ikiye ayrıldı ortasından dünya.
bense yağan yağmurda, su birikintilerinin içinden cup cup cup diye etrafa su sıçrata sıçrata yürüdüğümü hayal ettim otobüsün camı hortumla ıslatılmış kadar ıslakken.
güldüm, ''bu şimşek falan..'' dedim otobüstekilere: ''tanrı yeryüzünün fotoğrafını çekiyor, korkmayın; ilerde oturup bakcaz ve hep beraber gülcez bu olanlara.''
-işte sonra inanmazsın biri geldi başıma namluyu dayadı, elime iki tane kırmızı biber bıraktı ve gitti.

erleichda

ara sıra sitem ettiğim doğrudur;
ama bil ki hepsi o yokuşu benimle bisiklete binip inmediğin için.

sencil(!)

metro durağında bisküvi reklamındaki kızın üst dudağına bıyık çizdim bugün.
sonuç:
kendimin bile kendimi göremeyeceği bi yerlere gitmek istiyorum.
DİKKAT DİKKAT BU BİR İTİRAFTIR:
BU BLOG YAZARININ GÖZÜ DIŞARIDADIR, GÜVENMEYİNİZ.

not: yalnızca bir kişiye sevgisini veremeyeceğini anladığında sevgisini bölüştürmeye kalkmaktadır. aslında kimseyi sevmemektedir ve bundan mutludur.
bilgilerinize.

shit

annem çöp kutumu ulaşamayacağım heryere tıkıştırıyo.
elimde çöp etrafıma bakıyorum ama yok.
gardrobuma bile baktım inanır mısın..
masamın arkasından çıktı peki buna inanır mısın?
gerçek bunlar.
bu evde yaşamamam için bir sebep daha.
patates oturtma yapmayı da öğremiştim zaten,
zaten kendi paramı da kendim kazanıyorum..
..TANRIM NERDEYSE HİÇ BİR SEBEBİM KALMAMIŞ AİLEMLE YAŞAMAM İÇİN!
*
bide ben bazen çok yoruluyorum.
tamam, evet, kabul.. ben -her zaman- çok yoruluyorum.
öyle ki bazen dışardayken biri gelse arabayla beni alsa eve götürmek için, hatta arabaya da kucaklayarak götürse yine de eve gidemeyecekmiş gibi hissediyorum.
sürekli how can i go home?! shit!! diye çığlıklar atıyorum yola düştüğümde.
yolda öyle bağırıp çağıran güzel bi kız görürseniz bi selam edin.
heyecanımı kaybetmişsim ben meğersem.
ama yani bulurum ki ben onu bi yerlerde..
endişelenmeyin.
*
senii sevdiğimee değmeez gibisin. dırıdım.
*
mıncırdım yanaklarınızdan.
imza: yılışık blog yazarı.

aşkın göz-zü kööör mü acaba..


akşam bi bara girdim, ayağımdaki 5 cm topuğa aldırmadan 45liklerle dans ettim çılgınlar gibi(tanrım çok cesaretliyim!), bişey yiyip-içmedim-sipariş vermedim sadece dans ettim sonra da çıktım hiçbişey olmamış gibi üstümü başımı düzelttim eve doğru yol aldım.
çokeğlendimamagörsenbi.

(tekkaşıhavadagüneşgözlüğüüzerindenbakanhavalıkızbakışı)
böyle de kepaze bi insanım.
ama tanısan seversin.
şimdi biraz topuklarım ağrıyo ama bence yine de seversin.
şaka yaptım belki de sevmezsin.
olsun.
hem belki o zaman da ben seni severim.
ben sarılırım sen bana sarılmazsan.


-ehe.

okunu çıkarmak

bi şarkıyı 246565643214564587468435415241 defa ardarda dinlemek gibi alışkanlıklarım var benim.

zaaf

benim ecnebi adamlara bi zaafım mı var nedir..
abi hadi Dan neyse yakışıklı adamdı da, ya bu Jonathan?
adam bildiğin canıtın böyle..
tipsiz falan ama bi karizması var, bi çekiciliği var ama nerden anlayamadım gitti!
~~~
ve kate orange açıklama yaptı:
CENGAVER TÜRK ERKEKLERİNDEN BIKKINLIK GELDİ.
(şaka.)
yazamayacak kadar yorgunum bunu bilin yeter.
otobüste hapşırdım, herkes duymamazlıktan geldi. gerçekte yok muyum ki lan acaba dedim kendi kendime, o derece..

-çok yalnızım be atam(!).

(bknz: atam atam sen kalk ben yatam.
o değil de ya onlar gerçekte yoksa lan.. hani ölmüşlerse falan? ölüler otobüsü.
tamam sustum.)

this is the life.

bilirsin işte otobüsün sesinden, kulaklığından gel(iyor olduğunu umduğun)en müzik sesini duyamazsın,
örgü örüp aynı zamanda film izlemek istersin, ama örgü örerken altyazıyı takip etmeyi unuttuğundan, iğrençce seslendirilmiş dublaja boyun eğersin..
ama huzurlusundur;
her an göktaşı düşebilir, yarın yaz gelebilir, uzaylılarla odanda nesi var oynayabilir, birazdan istanbulda yaşamaya başlayabilir, bi arkadaşın sana atkı örebilir, miden bulanma işini erteleyebilir, aşık olup evlenebilir, hatta bi oğlun olabilir, bi yerlere gidip çılgınlar gibi şarkı söyleyebilir, dağ bayır demeden günlerce bisiklet sürebilir, sevdiğin adam(!) seni arayıp telefonda saçmalayabilir ve sen yarından itibaren domates yetiştirmeye başlayabilirsin.

-umudunu kaybetme.

hep senin gibi bir oğlum olsun istedim.
evet.

wonderwall*

bide keşke kelebeklerin ortalama yaşam süresi uzatılsa dimi?
bide ben sabaha kadar 9243298474986754 kere dönüyorum yatağımda.
bide hiç beğenmediğim bi küpe aldım gittim ben bugün.
bide bu şarkı;

I said maybe
You're gonna be the one who saves me
After all, you're my wonderwall

...

bir iki üç tıp! konuşanın ağzına mamut girsin!
(ığğ.. ağzın kocaman olur düşünsene.!.. )

all we need is love

üzerimde sarı ucuz bi elbiseyle gitsem ışığı loş, koyu renk duvar kağıtları olan bir bara,
hepiniz orda olsanız ama hiç tanışmamış olsak,
ben otururken bi köşede tell me now so I know* şarkısını çalmaya başlasa kıvırcık gitarist,
kalabalığı yarıp ona doğru gitsem gülümseyerek,
bir metre yükseklikteki sahneye atsam sol ayağımı,
kırmızı topuklu ayakkabımı görünce, gülümseyerek tutsa sağ bileğimden,
çekse sahneye doğru,
mikrofonu alıp başlasam şarkıyı söyleyerek dans etmeye,
hepiniz unutsanız dışarısını,
gülümsemeler suratınıza yapışsa,
aşık olsanız çıldırmış gibi,
içmeden, yalnızca şarkıyla sarhoş olsanız,
dans ederek sarhoş olsanız,
kıvırcık saçlı gitarist de the one olsa mesela..
fena mı olurdu?
bi düşün.
düşün
bi..