kate orange yapım gururla sunar: windows tarlası


şimdi bizim evin önünde böyle kocamaaaan bi yeşil alan var ama aynı şey gibi, şu yukarıdaki windowsun masaüstü arka planı varya, aynısı. ama bildiğin aynı böyle.

işte cumartesi günü ben sıkıldım falan aldık başımızı gittik oranın en tepesine. bilirsin işte uğurböcekler, güneş, ot falan. huzur. fotoğraf..


it's name is hasanhüseyin.


bu güzel kız çocuğu benim kardeşim..



bu da buzdan hayaller filminde Noi'nin babannesi ve babasının üzerine bi kazan kanı boşalttığı sahne.


işte sonra bu güzel kız da ben.

silgi

hepiniz bi zaman bi yerlerde silginizi kaybettiniz ve hiçbiriniz bir silgiyi sonuna kadar kullanıp bitiremediniz, biliyorum.
peki milyonlarca silgi kaybolup nereye gidiyor hiç düşündünüz mü?
ben hep düşündüm.
hepsi ortadan kaybolup yeraltında bi yerde toplanıyorlarmış mesela..
ayinler, kaybolan silgiye kaybolabilmiş silgi ünvanı vermek için tören yapıyolarmış misal kendi aralarında.
hatta kaybolarak sahibini çıldırttıysa bir üst rütbeden başlıyolarmış falan.
(+neye başlıyolarmış?
-tanrı aşkına tabikide yavru silgilere kaybolabilme sanatını öğretmeye! başka ne olacağını zannediyorsun!?.)

diyeceğim o ki, olması gereken yerde değilse silgin; unut-gitsin. düşme peşine.
yani nereye gitmiş olabilir ki, az önce burdaydı, en fazla yere düşmüştür deyip, sonra da yerleri ara tara tırım tırıs hokus pokus abra kadabra..
gerek yok bunlara.
sen bunları söylerken o çok uzaklarda olacak mütemadiyen.
iyi ama nerde bu silgi? serzenişleri vs..
gelmeyecek bilesin.

o iyi olacak.. merak etme.
ve son olarak şunu da bilmelisin: o, dostlarının yanındayken, senin yanında olduğundan daha mutlu oluyor.

şimdi git ve ağla bi köşede.
bir silgiye bile sahip çıkamazken gelmiş bunları okuyosun bide utanmadan.
uf oldu içim.

bana özel*

kardeşim dedi ki bugün, ''abla bu şarkıyı adam seni görüp yazmış olabilir mi acaba?..''

duygulandım ben bugün.
hem

de
çok

lan.

şimdilerde,

''ne ağlarsın benim zülfü siyahım'' türküsünü dinleyip, kendimi ''bu da gelir, bu da geçer'' diye ikna etmeye çalışıyorum ben.
evet.
benim içimden geçen..

ney na na na

(şu an dibimde telefon çalıyo, evde de kimse yok ve ben yine duymamazlıktan geliyorum. şişşş. sessiz. )

Neyy naa na naa neyy na na naa..

ayy inanmıyorum (evet bildin: aşkın nur yengi)

16 saat sokaklarda sürtmeyi başarabildiğimi söylemek istedim size burdan.
nasıl da şahane bi insanın blogunu okuduğunuzu bilmeye hakkınız var dimi sonuçta..
(gerçi niye okursunuz bunları onu da bilmiyorum..)
ayrıca son bişey daha,

sensin ''sürtük''.

büyümek eşittir

en yakın arkadaş diye birşeyin olmadığı ve zamanla etrafında birsürü en uzak arkadaşın biriktiğiyle yüzleşme hali.

-kimse kırılmasın.
ya da kırılsın,
farketmez.

''society, you're a crazy breed.''*

antisosyal bir insan, dahası antisosyal kişilik bozukluğu olan bir insan olmak istiyorum. evet. böylece belki etrafımdaki kalabalık biraz dağılır ve ben de belki birazcık dinlenebilirim!
yalnızca evden okula okuldan eve gidip gelmek, evdeyken elimde kumandayla oturmak dışında hiçbirşey yapmamak, kendim dışında hiçbişey düşünmemek, onbinmilyon tane insanla buluşmamak (onbinmilyon tane arkadaş istemiyorum ki ben!), her türlü iletişim aracından uzak dururken yine de dünyada ne olup bitiyor bilmemek, topluluk görünce kaçmak, sinemaya, tiyatroya falan gitmemek, insanlarla iletişim kurmamak, ingilizce öğrenicem diye haftaiçi 3 akşamımı mahvetmemek, kitap falan okumamak, toplumdan her türlü uzak durmak, konuşmamak, sadece hepsinin canı cehenneme diye bağırmak ve MÜMKÜNSE ŞU SIRALAR YALNIZCA DERS ÇALIŞMAK İSTİYORUM.
azıcık rahat, azıcık..
çünkü bu saydıklarımın aksi olmayı ben istemedim-istemiyorum. sosyal olmak her zaman kişinin kendi iradesiyle seçtiği bi olgu değil, ben bunun en kanlı canlı örneğiyim.
ve
lüt-
fen,
ar-
tık
yeter.

lanet olsun,
SADECE-CANIM-NE-İS-Tİ-YOR-SA-ONU-YAPMAK-İS-Tİ-YO-RUM-ARTIK. anlamayan veya sorusu olan??
...
güzel.
konu -sonsuza dek- kapanmıştır.

kesin ondan oldu. evet.

bugün çorap giymedim, dişim ağrıdı.

diyorum ki,

akşam eve gelmeden arayıp bişey lazım mı değil mi onu sor mesela, hani olur ya öyle..
sonra da evde çiçek bitmiş olsun;
bi demet papatyayla gelmiş ol sen..

eyletmen beni

ağrıdan böyle uyuşuyorum, midem bulanıyo..
ellerim de buz gibi.
ben bugün yıkıldım. (somut olarak.)
evet.
sıcak su torbasına bi sarılışım var; öyle ki o halde sevgilime sarılmam.

bugün,

okula gitmedim.
uyudum.
ayaklarım üşüdü saç kurutma makinasıyla ısıttım. sonra da annem çorap giymiyorum diye kızdı, çocuğum olmazmış.
etipufun üzerindeki buradan açınız talimatına uydum, buradan açınız kısmı elimde kaldı ve oradan açılmadı.

what a wonderfulll world.

calm down.

her vazgeçtim dediğinde gerçekten vazgeçtiğini hissetmek ve aynı zamanda vazgeçmediğini..
ve aslında bu hissettiklerimin bana azıcık bile olsa sevgi gösterdiği taktirde birden bire sona ereceğini bilmek,
ve dahası bunun hiç bir zaman olamayacağını bilmek..

don't touch me. please...
&
''so please please please
let me let me let me
let me get what i want
this time''

the fall

''..what a mystery this world...
one day you love them,
and the next day you want to kill them a thousand times over...''

so:
I can kill you.

(and you should know, sometimes I really want it.)

şugün:

''ya gel bana sahici sahici,
ya da anca gidersin.''
'den başka bu kadar anlamlı başka hiç şarkı sözü olmadığını anladım.

kırmızı biber

çocuklar metrolardan ne kadar küçük dimi.
bugün saatlerce yürüdüm. evet bildiğin saat böyle, 3 tane.
şimşek çaktı, yıldırım düştü ve ikiye ayrıldı ortasından dünya.
bense yağan yağmurda, su birikintilerinin içinden cup cup cup diye etrafa su sıçrata sıçrata yürüdüğümü hayal ettim otobüsün camı hortumla ıslatılmış kadar ıslakken.
güldüm, ''bu şimşek falan..'' dedim otobüstekilere: ''tanrı yeryüzünün fotoğrafını çekiyor, korkmayın; ilerde oturup bakcaz ve hep beraber gülcez bu olanlara.''
-işte sonra inanmazsın biri geldi başıma namluyu dayadı, elime iki tane kırmızı biber bıraktı ve gitti.

erleichda

ara sıra sitem ettiğim doğrudur;
ama bil ki hepsi o yokuşu benimle bisiklete binip inmediğin için.