THANKS GOD IT'S FRIDAY

Koşa koşa eve gelip şarabımı açtım ve oturduğum gibi kadim dostum Ece kuştan fotoğraflı şerefe mesajı aldım. Evet, şahane bir thanks god it's friday anısı. Dünya üzerinde, daha çok alkol birliği içerisinde bulunduğum başka bir insan yok. Bir arada olamasak da, ben bir yerlerde içerken Ece de muhakkak bir yerlerde içiyor oluyor. Kalplerimiz kadar karaciğerlerimiz de bir. 

Onun dışında, Allahım, bir sıkıntı bir sıkıntı içimde. Uzaklık, uzaklaşmak, yabancılaşmak. Bunlar hakkında sayfalarca şey yazabilirim. Hele yalnızlık. Zorunda olmadığım yalnızlığın köpeği olan ben, kendimle vakit geçirmek uğruna yeri geldiğinde dostlarını eken ben, mecbur bırakılınca ne de güzel başedemedim yalnızlıkla. Bitik durumdayım ve bunu zor yazdım. 

Bunu bize kim öğretti? 

Bitmemeyi?

.

ay çocuklar. sabahın dokuzunda uyanmış, akşamdan kalma, aklının yük yaptığı bir insanım bugün. zekamla döve döve adam edemediğim insanlara bakıp, çoluk çocukla uğraşmanın verdiği o tuhaf hazla tahammülsüzlüğün kesiştiği noktada dans ettim bütün gece. yazık oluyor, o güzel yüzlerinize çok yazık oluyor. bilemezsin diyorum, gözlerinin içine bakıp, bağırıyorum: "BİLEMEZSİN." neyse ki sesim müziğin sesini bastırmaya yetiyor: end it breeeeks may haart.... şimdi dev bir bilemezsinim. ..end it breeeeks my haaart... çünkü kimse kolayca analiz edilebilecek kadar basit değildir. mutsuzluğumuzu bastırmak için kalp kırmayalım, sizi seviyom :*
dünya yerine dönen başımı tutup diyorum ki:
bigün bu sebepten birini öldürebilirim.

sahaf orhan abi vardı bir zamanlar ve derdi ki,
zordur kabil'in soyundan gelip habil'den yana olmak.

başka bir kıtada görüşmek dileğiyle.

kendi istediğimiz gibi yaşamadığımız sürece mutsuz olmaya mahkumuz sanırım. risk almak istemiyoruz, mutsuz ama garantiye alınmış olmak işimize geliyor.

halbuki, şu siktiğimin dünyasında bu kadar akıllı olmak niye lan. niçin.

zaman her şeyin ilacıysa da, işe yaradığını görene kadar (ki bu bazen çok uzun sürebiliyor) biz bunun farkında olmuyoruz ve varolanı inkar ederek günlerimizi tüketmeye devam ediyoruz. sonra an geliyor; sen şaşkın, ben şaşkın. çünkü galiba hayat bu demek. hayat yenilenmen demek.

demem o ki, sahne bensem, kostüm de benim çocuklar.

selametle.

ah çocuklar.

"devlet başkanı olursam diktatörlük yapıp tüm kaz ve ördek yemeklerine ve de turşulara gülşah takısını zorunlu kılarım. ve zorla radyo3 dinletirim. şehrin her yanında radyo3. Hitler ve Stalin gibi. her şarkı sana gider. her önüne çıkan şoför, veznedar, çöpçü ama herkes her gördüğünde gülşah yalnız değilsin der. rüyalarında 1000 tane ben, boğuk sesle gülşah yalnız değilsin diye bağırır. çok sevdim ben bu ütopyayı. twitterda TT mi yaptırsam."

.

insan insana bir daha hiç şemsiye kullanmıcam diye söz verir mi amk.
3sene boyunca yağmur yağdı,
biz ıslandık.
bazen uyanmamın sebebi o günü geceye çevirip kalktığım yere geri dönebilmekmiş gibi geliyor. boğazınızda görünmeyen eller varmışçasına, şuursuzca bir günü daha atlatıp yatağınıza geri dönmeliymişsiniz gibi. burası, benim başıma ağır işler açarım korkusuyla psikoloğa gidemediğim bir yer. ben artık söylenecek sözlere boş bakışlarımla eşlik etmek istemiyorum. bana bilmediğim şeyler söyleyemeyecekleri sürece ben o oyunu oynamak istemiyorum. ben bana gırtlağımı yırttırabilecek kadar şiddetli bir ağlama seansı istiyorum. aziz jude beni görse insanlığa ettiğim ihaneti haklı görür müydü bilmiyorum. tetiğe basıldığında patlaması kaçınılmaz olan kurşunun, kafama dayalıyken patlamamış olması gibi mucizelere ihtiyacım var.
ama işte,
ben hiç silah bilmiyorum.

uç.

düşün ki bir kelebeksin, ömrün de 1 günlük olsun; yanlışlıkla bir otobüsün penceresinden içeri giriyorsun. 

çıkışı bulabilmen tam bir gün sürüyor.


anna'nın "I want somebody to surprise me!" diye bağırdığı şu sahneler hariç,
bok gibiydi.