evlilik hakkındaki düşüncelerim "shit happens" kavramı üzerinde şekillenmeye devam ediyor ama konumuz bu değil.
pazar gecesi uykum gelmediği için, gece 4te salonda jimnastik yapmıştım hatırlarsan.
hiçbir işe yaramadı.
-arkadaşlık bu değil.
*
herhangi bir adam, "hayatta iki şeyden nefret ederim: 1-kültablasına sakız atılması 2-yanmış kibritin tekrar kutusuna konulması" diye söylenirken, içinde 2 tane yanmamış kibrit bulabildiği, dolu bir kibrit kutusuna bakıyor. kibriti ona ben verdim.
metroya biniyorum. kafam yine dağlardan everest.
vücudum, içinde aniden gelişen yeni bir astım türü keşfedilmeye hazır.
bir işi sırf parası iyi diye yapan insanları düşünüyorum. parayı harcayabilmeleri için kendilerine verilmiş olan zaman, çalışırken harcadıkları zamandan daha az olan.
sıhhıye.
çok uykum var. o kadar çok uykum var ki, çokluk yarışında mutsuzluğumla kapışır. yanımdaki adam ne yazdığıma bakıyor. şu an yaptığım şey, önceden nasıl bir salak olduğunuzu anlamanın en güzel yolu. mesela ben bugün, 24.06.2012 tarihinde ne kadar salak olduğumu anladım.
ulus.
tabancaya sevk eden şarkılar listesine bakıp the greatest'ı açıyorum. sol göğüs kafesimin içinde bir sırtlan bir zebrayı avlamış, afiyetle yiyor.
atatürk kültür merkezi.
bi çok cesur, bi çok korkak.
ne koysan dolmayan cinsten.
daha iyisi diye bişey yok.
akköprü.
kardeş dünyadaki en güzel şeylerden biri olabilir.
ivedik.
insanlar üzgünken de dans edebilir.
yenimahalle.
kaybetme korkusu yüzünden söylenen yalanlar, kimseyi kimseye kazandırmamış. keyfi bozulmasın diye göz yumup kulak tıkayan, sahici bir sarsıntıyı sahte bir dengeye değişecek kadar keyif düşkünü olan insanla konuşacak pek bişeyim yok. pamuk şekerin pamuktan yapıldığına inanmak belki bir tercihtir, ama betonun jelibondan yapılmadığını anlamak için 5.kattan atlamaya lüzum yok.
demetevler.
sevdiğim adamların sandığım adamlardan ibaret olduğu bir dünya için 4 tane çocuk doğuramam.
hastane.
dogville'de babanın kızına,"...that nobody, listen, that nobody can't possibly attain the same high ethical standards as you, so you exonorate them. I can not think of anything more arrogant than that!" dediği sahneyi izlediğimden beri kimseyi affetmiyorum.
ostim.
gidiyorum bu.
metroya biniyorum. kafam yine dağlardan everest.
vücudum, içinde aniden gelişen yeni bir astım türü keşfedilmeye hazır.
bir işi sırf parası iyi diye yapan insanları düşünüyorum. parayı harcayabilmeleri için kendilerine verilmiş olan zaman, çalışırken harcadıkları zamandan daha az olan.
sıhhıye.
çok uykum var. o kadar çok uykum var ki, çokluk yarışında mutsuzluğumla kapışır. yanımdaki adam ne yazdığıma bakıyor. şu an yaptığım şey, önceden nasıl bir salak olduğunuzu anlamanın en güzel yolu. mesela ben bugün, 24.06.2012 tarihinde ne kadar salak olduğumu anladım.
ulus.
tabancaya sevk eden şarkılar listesine bakıp the greatest'ı açıyorum. sol göğüs kafesimin içinde bir sırtlan bir zebrayı avlamış, afiyetle yiyor.
atatürk kültür merkezi.
bi çok cesur, bi çok korkak.
ne koysan dolmayan cinsten.
daha iyisi diye bişey yok.
akköprü.
kardeş dünyadaki en güzel şeylerden biri olabilir.
ivedik.
insanlar üzgünken de dans edebilir.
yenimahalle.
kaybetme korkusu yüzünden söylenen yalanlar, kimseyi kimseye kazandırmamış. keyfi bozulmasın diye göz yumup kulak tıkayan, sahici bir sarsıntıyı sahte bir dengeye değişecek kadar keyif düşkünü olan insanla konuşacak pek bişeyim yok. pamuk şekerin pamuktan yapıldığına inanmak belki bir tercihtir, ama betonun jelibondan yapılmadığını anlamak için 5.kattan atlamaya lüzum yok.
demetevler.
sevdiğim adamların sandığım adamlardan ibaret olduğu bir dünya için 4 tane çocuk doğuramam.
hastane.
dogville'de babanın kızına,"...that nobody, listen, that nobody can't possibly attain the same high ethical standards as you, so you exonorate them. I can not think of anything more arrogant than that!" dediği sahneyi izlediğimden beri kimseyi affetmiyorum.
ostim.
gidiyorum bu.
"Bayan Wright, büyüme çağında gittiği dini okulda bütün kızların kulaklarını örtecek şekilde eşarp taktığını söyledi. Kitabı mukaddes'e göre kutsal ruh, Meryem Ana'nın kulağına fısıldadığı anda Meryem Ana hamile kaldı. Ona göre, kulaklar vajinaydı. Tek bir yanlış fikir duyduğunda, masumiyetini yitiriyordu insan. Tek bir detay, çok şey demekti ve insanın hayatını karartıyordu. Bilgi yüzünden insan aşırı dozdan ölüyordu."
ölüm pornosu-sf 57
WON'T ANYBODY FLY THİS PLANE HOME?
buralara uğramayalı aylar olmuş diyerek, geleceğimin beni tenhada kıstırdığı şu güzel günlerin hatrına bir kaç kelam etmeye geldim çocuklar. hayatımın mantıksal çözümü olmayan problemlerden farkı olmadığı o güzel dönemlerden birindeyiz ve ben "ne istediğimi bilseydim ne yapacağımı da bilirdim" dolaylarında enfes pastalar pişirmeye devam ediyorum. aslına bakarsanız, bu artık o kadar da mühim bişey değil lan. çünkü baktığınız zaman, ne istediğini ve ne yapması gerektiğini bilen biri olarak 22 yılı devirmişim ve bir bok olmamış. hal böyle olunca, sorumluluk kelimesini duyduğum an ortamdan sıvışıp, varsın bu sefer de böyle olsun diye çığlıklar atarak, kader denilen arkadaşın kollarına atar olmuşum şimdilerde kendimi. farkındalık ne güzel şey. ben ki, benliğinden bir haber, aklının esiri olmuş bir kadınım, daha bu sabah andımızı okudum:
"aklını da, seni de sikeyim gülşah."
:*
"aklını da, seni de sikeyim gülşah."
:*
hâlâ yazıyorum ama buraya değil.
"9 gündür aralıksız çalışan ve dün çağrı bey'in cumartesi izinlisin demesiyle şenlenen vücudum, bugün sabahtan akşama kadar yataktan çıkmayarak ne kadar da şen bir vücuda sahip olduğumu bir kez daha kanıtladı. oruç kafamla sabah 9'dan akşam 5'e kadar uyudum, uyandım; sonra yine uyudum ve yine uyandım. yapacak işi olmayanları bilirsiniz. tuhaf günler geçiriyorum. hiçbir şey eskisi gibi değil gibi. bunu laf olsun torba dolsun diye söylemiyorum lan. paralel evren hesabı. her şey aynı ama her şey değişik.
akşam üzeri insansı hareketlerde bulunmam gerektiğini hissedip bedenimi yataktan kurtarabildim. susuzluktan kafam kafa olmaktan çıkmış, adeta içi su dolu kase görevi görüyordu. başımı ne tarafa eğsem, su orda yoğunlaşıyor ve o yoğunluk tuhaf bir ağrıya sebep olurken, kafa suyum dökülmesin diye gereken özeni göstermeye çalışıyordum.
nedim amcalara davetliydik akşam, üzerimi değiştirdim ve saat 7buçuk civarı evden çıktım.
masa hazırlanırken nedim amcayla salıncakta sohbet ettik biraz. şimdi burda nedim'in hayatımdaki yeri ve öneminden bahsetmeyeceğim. onu ne kadar sevdiğimden de, ama nedim'den yana şanslı olduğum bilinsin.
nedim amcalara davetliydik akşam, üzerimi değiştirdim ve saat 7buçuk civarı evden çıktım.
masa hazırlanırken nedim amcayla salıncakta sohbet ettik biraz. şimdi burda nedim'in hayatımdaki yeri ve öneminden bahsetmeyeceğim. onu ne kadar sevdiğimden de, ama nedim'den yana şanslı olduğum bilinsin.
saat iftarı gösterirken suyla karnımı doyurmak üzere masadaki yerimi aldım. yemekler yendi, üstüne cila, semaverde çayımız da hazırdı. tüm bu yemek-çay faslı boyunca nedim'in bacanağı feridun'un, beni sevgili oğlu emre'ye ayarlamak için oynadığı oyunlara maruz kalmamsa biraz trajikti. orda öylece oturan bir "avukat hanım"dım ve feridun'un biri anneme imalı bir şekilde "allah hayırlı damatlar nasip etsin.." deyip duruyordu; bizse çayımızdan bir yudum daha alıyorduk. mevzudan annem ve ben dışında herkesin bi'haber olması olayı daha da komik bir duruma sokarken, ben gülmemek için yerdeki taşlar, gökteki yıldızlar gibi başka şeylere odaklanmaya çalışıyordum.
saat 10 gibi aylin ve ben, nedim amcayla yarım saat sonra her zamanki yerde(!) buluşup yürüyüşe çıkmak için anlaştık ve eve döndük. kırk dakika geçmişti ki, nedim çöp dökmeye çıkmış, ona doğru yürüyen bize bakıyordu. let's go darling diyerek yola koyulduk. hem yürüyor hem de konuşuyorduk. eve farklı bir yoldan döneceğimizi bildiğimden, konuştukça hansel ve gratel'in ekmek kırıntıları gibi, kendimden bir şeyler bırakıyordum yine yerlere. toplamda 6-7 kilometre yürüdük sanırım. malum, sohbete tabi yürüyüşlerde kilometrelerin canı cehenneme gidiyor ve aşklı meşkli muhabbetler, konuşan nedim değilse beni mütemadiyen sıkıyor:
"bazen öyle olur ki, biriyle geçirdiğin 2-3 yıl 100 yıla bedel gelir. o yüzden öyle çok düşünmiceksin. baktın en az bi 2-3 yıl, beraberken mutlu olcak gibisin, git o çocukla." nedim 52 yaşında ve hayata, 22 yaşında genç bir kadının bakamayacağı kadar güzel bakabiliyor.
eve geldiğimizde saat 12'yi geçiyordu. nedim'e sarılıp ağlamadan geçirebildiğim bir buçuk saatlik zaman aralığı ve ben, bahçede oturmuş, aylin'in yaptığı kahveyi içiyorduk. ağlayamadığım gerçeği şurda dursun, ben düşen tansiyonların kadınıyım; gözden düşemeyen 2 damla yaş kimin umrunda.
odama çıktığımda, temizlik-ev işi gibi şeylerin kafa oyalamaktaki gücünü bildiğimden, kollarımı sıvayıp gardrobumu olduğu gibi yatağımın üzerine yığdım ve tüm kıyafetlerimi yeniden, tek tek katlayıp, tekrar yerleştirdim dolaba. istemeye istemeye metal heart olma yolunda ilerliyorum derken, bunların hepsi geçiyor ya böyle böyle, ona da ayrı içerliyorum. hissettiklerin hep yalanmış, sahteymiş gibi. sonra gidip başka bir adamı/kadını öpüyoruz hepimiz. unutabilmek bir nimet olduğu kadar, hayatı boktanlaştıran da bir şey.
meğer,
o sepet her daim kolunda, kendi yolunda ilerlerken, bir zamanlar seni az daha zorlasa öldürcek sandığın şeyler için gülümseyebildiğin o an,
o "lan?.." deyiş,
hayat o'ymuş işte.
selametle.
odama çıktığımda, temizlik-ev işi gibi şeylerin kafa oyalamaktaki gücünü bildiğimden, kollarımı sıvayıp gardrobumu olduğu gibi yatağımın üzerine yığdım ve tüm kıyafetlerimi yeniden, tek tek katlayıp, tekrar yerleştirdim dolaba. istemeye istemeye metal heart olma yolunda ilerliyorum derken, bunların hepsi geçiyor ya böyle böyle, ona da ayrı içerliyorum. hissettiklerin hep yalanmış, sahteymiş gibi. sonra gidip başka bir adamı/kadını öpüyoruz hepimiz. unutabilmek bir nimet olduğu kadar, hayatı boktanlaştıran da bir şey.
meğer,
o sepet her daim kolunda, kendi yolunda ilerlerken, bir zamanlar seni az daha zorlasa öldürcek sandığın şeyler için gülümseyebildiğin o an,
o "lan?.." deyiş,
hayat o'ymuş işte.
selametle.
G.
22.07.2012
(04:30)"
Ah.
"If you keep to fall the floors you'll see that
everything's allright.
Love isn't here, love isn't there
and I keep thinking about the stairs
that take me there into your mind,
where I can experience another life.
And you don't even seem to care,
I'm dying here but it's okay,
it's okay."
Kırlangıçlar*
farkında olmadan bitmeyen çekirdeği icat etmiş olabileceğim 29 nisan 2012 gününün akşamı, tek sıkıntım, hala bir ATımın olmayışı idi:
Ben: "kesin uyduruyo."
Betül: "uyduruyo ama gitmek zorundayız."
olanla olunmaz.
travmalara tur bindirdiğim günlerin sizlere selamı ve bilmeniz gereken bir şey var; bu yazıyı biten sevginin nereye gittiğini merak edenler için yazıyorum.
oyunun içindeyken düzen nizam nedir bilmediğim için doğaçlamayla sona erdirdiğim her oyun, senaryoya bağımlı kalmanın verdiği güvenden yoksun ve bir o kadar da riskli bir şekilde sonlanıyor. güzel ya da çirkin. iyi ya da kötü. komik ya da değil. her halükarda, süprizleri sevmeyenlerin tahammül edemeyeceği türden oyunlar oynuyorum. senaristlere yaşattığım krizler için özür dilerim, aramız ezelden beri iyi değil. ama izninizle sezar'ın hakkı konusunda bir iki şey söyleyeceğim; eline tutuşturulan metinleri, gelebilecekleri en güzel yere getirdiğinden emin olan, iyi bir oyuncuyum. çünkü basit 1-2 cümle yetecekken, egolar yaralanmasın diye tasarlanıp, kalkan niyetine yazılan sayfalar dolusu saçmalığın gelebileceği en güzel yer, ne yazık ki burası. hatta, mühim olan her şeye mühim değilmişçesine gösterdiğim tepkilerden usanarak ettiğim ilk itiraf da bu olsun; her şey öylesine mühimdi ve benim o kadar çok midem bulanıyordu ki, daha fazla dayanamayıp, çirkinleşeceğimi bile bile dünyanın hatasını yaptım-yapıyorum. ama gelin görün ki, pişman olmama izin vermedikleri her an duyarsızlık kentinde ikamet ediyorum ve şu sıralar, tüm bu olanlar için üzgün olmayışıma üzülmekle meşgulum.
okul hayatınız boyunca kaybedip de bulamadığınız silgileri düşünün, abrakadabra! ararsınız ama asla bulamazsınız hani, az önce ordaydı'lar ama şimdi yok!'lar; biten sevginin nereye gittiğini bilmiyorum ama kaybettiğiniz bütün o silgiler her nerdeyse, onlar da orda bir yerdeler eminim.
gidin ve kendinize bir adet tükenmez kalem satın alın.
-görüşmek dileğiyle.
oyunun içindeyken düzen nizam nedir bilmediğim için doğaçlamayla sona erdirdiğim her oyun, senaryoya bağımlı kalmanın verdiği güvenden yoksun ve bir o kadar da riskli bir şekilde sonlanıyor. güzel ya da çirkin. iyi ya da kötü. komik ya da değil. her halükarda, süprizleri sevmeyenlerin tahammül edemeyeceği türden oyunlar oynuyorum. senaristlere yaşattığım krizler için özür dilerim, aramız ezelden beri iyi değil. ama izninizle sezar'ın hakkı konusunda bir iki şey söyleyeceğim; eline tutuşturulan metinleri, gelebilecekleri en güzel yere getirdiğinden emin olan, iyi bir oyuncuyum. çünkü basit 1-2 cümle yetecekken, egolar yaralanmasın diye tasarlanıp, kalkan niyetine yazılan sayfalar dolusu saçmalığın gelebileceği en güzel yer, ne yazık ki burası. hatta, mühim olan her şeye mühim değilmişçesine gösterdiğim tepkilerden usanarak ettiğim ilk itiraf da bu olsun; her şey öylesine mühimdi ve benim o kadar çok midem bulanıyordu ki, daha fazla dayanamayıp, çirkinleşeceğimi bile bile dünyanın hatasını yaptım-yapıyorum. ama gelin görün ki, pişman olmama izin vermedikleri her an duyarsızlık kentinde ikamet ediyorum ve şu sıralar, tüm bu olanlar için üzgün olmayışıma üzülmekle meşgulum.
okul hayatınız boyunca kaybedip de bulamadığınız silgileri düşünün, abrakadabra! ararsınız ama asla bulamazsınız hani, az önce ordaydı'lar ama şimdi yok!'lar; biten sevginin nereye gittiğini bilmiyorum ama kaybettiğiniz bütün o silgiler her nerdeyse, onlar da orda bir yerdeler eminim.
gidin ve kendinize bir adet tükenmez kalem satın alın.
-görüşmek dileğiyle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)