5'li falım sakız

marketlerde 10 ve ya 5 kuruş kalmadığında para üzeri olarak sakız, şeker vs. verildiğine hepiniz şahit olmuşsunuzdur. bana hep aslında 5kuruşları varmış da bilerek vermiyolarmış gibi geliyo, sapık mıyım neyim bende bilemedim ama öyle hissediyorum ne yapayım.

evet bana da sakız, şeker falan verdiler, nerden bildin? ama 5'li falım paketini açıp da içinden bi tanesini avucuma tutuşturanına da sonunda şahit oldum. ''ne zahmet ettiniz.. çiğnenmişi yok muydu??'' bakışı atmama neden olan bu davranış, tezimin doğru olabileceği konusunda da delil teşkil etmekte. hadi tamam bana 5 kuruşun yok, olmasın da, ne önemi var ki. ama açıp içinden birini hiç gocunmadan elime tutuşturduğun 5li falım paketinde kalan 4sakız kimin acaba marketçi amca? hııı?? peşin peşin kabul ettin, 4 müşteriye daha 5 kuruş yerine sakız vereceğini, yanlış mıyım?

ama bence yine de şanslıyım. neticede vivident kutusunu açıp, parmaklarını kutuya daldırdıktan sonra ''al bakiim şurdan 2 tane en nanelisinden'' de diyebilirdi.

hep beni bulun böyle emi. iyi oluyo yani.

luna luna luna park

lunaparkta en can alıcı aletlere bindiğinde, sorumlu kişinin güzel müzikten keza b.k gibi şarkılar çalmasıdır beni benden alan. iner inmez suratına binyüzondört kere patlatasım geliyo.

ayrıca yeşil fasulye yapmayı öğrendim, fakat nedense kimse bana söylemedi yeşil fasulye zor pişer diye? niye hıı? neden yani? gecenin 10unda yemek yemek zorunda kaldım umarım mutlusundur. en azından birimiz bu durumdan mutlu olsun dimi. burdan henüz yeşil fasulye yapmayı öğrenmemiş kimselere sesleniyorum, anacım çok zor pişiyo o, ondokuzbinyüzyirmidokuz bardak su tüketti yine de iki saatte pişmedi. (bidaha da yaparsam...)

yazacak çok şeyim var ama üşeniyorum lan.
ayrıca az önce de başka bi blogda itiraf ettim, şimdi de tüm açıkyürekliliğimle burada söylüyorum:
bazen beni arıyosunuz ve telefona cevap veren olmuyoya hani,
bilerek açmıyorum ben. çünkü anlayın artık şunu: TELEFONLA KONUŞMAKTAN NEFRET E-Dİ-YO-RUM!!!!
geri aramıyorum bile sizi lan, insan hiç mi anlamaz? aramayın. istemiyorum.

tourette sendromu

''kişinin normal bir şekilde konuşurken, birden bağırmaya başlaması, çoğu kez de nedensiz ve önüne geçilemez bir şekilde küfür etmesi gibi belirtileri olan bir çeşit zihinsel hastalık: tourette sendromu.''

ne sevimli dimi.
insanın bazen, bazıları karşısında tourette sendromuna yakalanası geliyor.

bazen

herşeyi,
hayatımı, tüm kariyer planlarımı bi köşeye bırakıp,
herkesin birbirini tanıdığı küçücük bi kasabada,
akşama kadar kitap okuyabileceğim ufacık dükkanımda,
herkesçe sevilen bi sahaf olmak istiyorum.
sabahları gülümseyerek kepengini kaldırdığım dükkanımda, hiç duvar görünmesin istiyorum; kitaplar duvarlık yapsın dükkanıma tıka basa.
ilk günaydınımı diğer esnaflara söylemek istiyorum.
beni ''günaydın kızım'' diye gülümseyerek karşılayan fırıncı ahmet amca, terzi nalan teyze olsun istiyorum aynı sokakta.
ilk müşterimi daha siftah yapmamış olan diğer kitapçıya yollamak istiyorum.
sonra sokak çocukları -çocuk olsun yeter- istedikleri zaman gelsin dükkanımda otursun istiyorum; onlara küçük prensle, momo'yu okuyum, ufak sihirbazlık numaralarıyla çikolata dağıtıyım..
bazen, böyle bi hayatım olsun istiyorum.
sade.
huzurlu.

hatta ahmet amca aslında bülent ortaçgil olsun.

Kral Lear

''doğrusu, korkarım, aklım da pek başımda değil.
sizi, şu adamı tanıyacak gibi oluyorum ama,
emin değilim, çünkü nerede olduğumu bilmiyorum ki
kendimi zorluyorum, zorluyorum,
bu elbiseleri de hatırlayamıyorum.
dün gece nerede yattım, ondan da haberim yok.
ne o, yaş mı var gözünde! yoo ağlama!
zehirin varsa ver içeyim.''
william shakespeare

laaaa la la la laa laa laaaa

dans edeceğiz, sabaha kadar.


''gerçek aşka yönelik umut, ölümlülükle lanetlenmiştir..'' (sinestezya, sf:304, satır 18/19)


kelebek

yaren'in artık bir beslenme çantası var.
yaren artık okula gidiyo: anasınıfına.
ne zaman okula gidecek kıvama geldiyse..
daha küçücük yaa...
üniversiteye kadar daha 13 yıl okula gideceği gerçeğini ondan saklıyoruz.
zira ''abla ne zamana kadar okula gidicem ben?'' gibilerinden sorular sormakta sürekli ve daha başlayalı 2 gün oldu...
yazık lan.
son çeyreğe geldiğim için kendi adıma şükrettim bu sabah.


ayrıca iki gündür her yerde hakan hocanın karagöz oynatırken hicaz makamıyla neşeli neşeli söylediği sanat musikisinin güzide parçalarından ''pencerenin perdesini, aç bana, göster yüzünüüü'' yü söyleyerek geziyor olmamın mantıklı bir açıklaması yok.

lannn!!


bir gün bir çocuğum olursa, aynı bundan olsun.

hıhı. aynısından.

bunun aynısının annesi olucam evet.

dudağını büzüktürmüş ya bide, çok fena oldum.

bazen çok fena olurum ben.

itiraflarım

***bugün bi elimde elma, öteki elimde kumanda, kucağımda yastık... koltuğa yayılmış ne izlesem ne izlesem diye zap yaparken tesadüfen açtığım müzik kanalında sezen aksu'nun:

''ben senin hayatından gittim oğlum??!!
hadi bakalıııım unuuut unutabilirseeen!!''

diye söylediği bi şarkı varya, hah sarı odalar, işte o çalıyodu. öyle kendisine bi sempatim de yok ama kadın nasıl içten söylüyosa, siyah beyaz da bi klibi var onun; tüm bunlar bir olunca elimdeki elmaya rağmen, o kadın ''sarı odalaaar'' dedikçe etkilendim ben. odanın duvarlarını sarı gördüm falan. diyeceğim o kiii:
sırf bu şarkıyı söylemek için, resmen birilerinin hayatından gitmek istedim.

keşkeden uzak

***keşke mesut beni sevmiyo olsaydı...

-''kamyonlaaar kavun taşır ben hep senii düşünürdüüm..'' ne çok dinleyesim var bu şarkıyı...

keşkeden uzak.

bilen beri gelsin..

***sevgili ankara büyükşehir belediye başkanı;
daha ne kadar insanlara böyle muamele yapmaya devam edeceksin bilmiyorum. duydum ki, bir dahaki seçimlere aday olmayı düşünmüyormuşsun. bu kararını alkışlarla destekliyorum. lakin sana ''benimle ne zorun vardı be adam?'' diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. bilakis bidahaki seçimlerde bende bu şehirden elimi ayağımı çekeceğim çünkü. doğduğumdan beri ankarada yaşıyorum ve 19 yıllık naçizane ömrümde şahit olduğum tüm seçim dönemlerinin ardından, seni ankara büyükşehir belediye başkanı görmekten usandım artık. bloga siyasi içerikli yazı yazmak istemiyorum ama öyle komiksin ki, duramıyorum inan yazmadan. kızıyorum ve sinirden gülüyorum bilesin.
çok düşüncelisin gerçekten. metro istasyonlarına o lcd ekranları koymayı ne iyi akıl ettin. sabahları biz, bi sıkılıyoduk bi sıkılıyoduk metroyu beklerken.. iki ay aynı şeyleri izliyoruz mesela şimdi, çok eğlenceli oluyo sabahları falan. bi neşe kattı onlar bize, canımızdan bi parça oldu, yapamaz olduk onlarsız. herşeyimiz tam zaten, hatta fazla ki, senin cebini dolduruyoruz durmadan. lcd'leri de yaptırdın, bizim içimiz bi rahatladı ki onları görünce, sorma gitsin. hep beraber sevindik, halaylar çektik, paralarımızı güzel şeyler için harcıyo adamcağız dedik falan.
peki bana söyler misin o ekranlarda önceden tren gelirken ''train is arriving, be careful'' vs.vs. yazarken, artık sadece ''tren geliyor'' yazması, senin bu insanlara öküz muamelesi yaptığının bi göstergesi değil de nedir?

hayırsızım hayırsızsın hayırsız

uzun zamandır görüşmeyen iki arkadaştan hangisi en önce ''hiç arayıp sormuyosun, hayırsızsın'' gibilerinden diğerine çıkışırsa, öteki otomatikman suçlu durumuna düşer. (bknz: otomatikman hayırsız olan o olur.) oysa ikisi de birbirini arayıp sormamışlardır geçen süreçte.
diyeceğim o ki; elinizi çabuk tutun, ne yapın edin, ilk ''hayırsızsın'' diyen siz olun. öğrenin bunu. hıhı evet evet aynen böyle yapın.

-ayrıca bazı kızlar saçlarını oğlan saçı gibi kıpkısa kestirince çok seksi olmuyo mu sinir oluyorum! çok yakışıyo lan bazılarına. resmen haksızlık.

dr.outker supangle

bu yazımı esrayla yaptığımız şahane tespit üzerine yazıyorum sevgili kurabiye:

dr.outker'in bi reklamı var, dr.outker ''supangle''..
çocuklar eve girer girmez ''babaannem mi geldi'' diye soruyorlar falan ya hani, o ne biçim reklamdır yahu? babaanne dediğin supangle mi yaparmış? helva yapar, sütlaç yapar falan da ne bilsin babaanne supangleyi? aranızda ''babaannem supangle yapıyo benim'' diyen varsa, ben önce o babaanneden, sonra da bunu diyen torundan şüphe ederim. olur mu öyle şey lan? burdan o babaanneye sesleniyorum, sevgili babaanne git efendi efendi revani falan yap, biz seni öyle seviyoruz, sütlaçlı helvalı falan..
dr.outker bizimlen dalga mı geçiyosun sen, şaka mı yapıyosun? komik mi şimdi bu? tamam iyi güzel hoş reklam yapmışsın da biraz inandırıcı olsun ama dimi reklam dediğin? un helvası reklamı yap, koy babaanneyi de yanına mis gibi, al sana mantıklı reklam. senin memleketin oralarda supangleyi bilmeyen babaanne olmayabilir ama bilesin ki burda supangle yapan babaanneler yok.
bidaha olmasın bak affetmem.

-ayrıca bugün papates oturtma yapmayı öğrendim, artık annemlerle beraber yaşamam için hiç bi sebebim kalmadı sayılır.

hani

hani böyle akşam 10 sularında kalabalık bi sokaktan yürürsün, sanki beyninin içi pamukla doluymuş gibi, bomboş düşüncelerle, huphuzurlu..
her adım atışında, kulağına gelen o muhteşem melodiye biraz daha yaklaştığını hissedersin hani,
merak eder, adımlarını hızlandırırsın..
köşeyi dönünce görürsün ki; genç bir adam, adını bile bilmediğin bi müzik aletiyle o güzel sesleri çıkartıyo olur ve sen dans etmek istersin.
istemsiz olarak ellerini şıplatarak tuttuğun ritmle; gelir tam önünde durursun hani gözlerin kapalı,
sonra gözlerini açar açmaz müziğin sahibi güzel insanla gözgöze gelir, bir anda müziği unutup ''ohaağğğ'' dersin hani içinden..
biraz önce dans etmeyi düşünen sen değilmişsin gibi öylece kalakalırsın yerinde.
hani sonra o, içten içten gülümser; sende eşlik edersin..
sonra da sanki gitmen gerekiyormuş gibi ayaklarına söz geçiremezken, biraz gittikten sonra tekrar dönüp bakarsın,
ve o güzel insan da hala, gülümseyerek, sana bakıyo olur ya hani...
işte aynen öyle oldu bugün.

niye durmaya devam etmedim ki; evlenebilirdik oysa... sokaklarda müzik yapıp dans edebilirdik.

acınacak haller

gecenin bir körü,
evdeki tüm ışıklar kapalıyken,
sapık gibi sadece reklam izleyen bi kız vardı bugün bizim evde, tıpkı bana benzeyen..
dokunsam ağlayacaktı, dokunmadım yine de ağladı.
televizyonda ''eti brovvnii mutlu ett kendiniiiii'' diye bi reklam başladı,
kız kapıyı çektiği gibi dışarı çıktı.
biraz sonra geldi yine, elinde çikolatalı sütü ve brovnisiyle.

-bu kadar da muhtaçtım bugün mutlu olmaya.

bugün

3'te uyandım.
müzik dinleyerek yarınki yemek için alışveriş yapmaya, markete yürüdüm. bilirsin işte: mantar, patates, marul, makarna...
gökyüzü güneşten yana turuncuydu.
durup durup gülümsemem de bundan ötürüdür.
sonra ayık olup olmadığımı test etmek için, anayolda asvaltın ortasına çizilmiş beyaz şeritlerin üzerinde düzgünce yürümeyi denedim.
ve yürüyebildim.
ikna edemedi yine de beyaz şeritler. kolay ikna olamıyorum bu onların suçu değil. hele ki gözlerimi tam açamıyorken..
ben yolun ortasındayken arabalar mı nerdeydi? bilmem.
kimbilir.. belki beni de ezip geçmişlerdir.

sonra koştum. ben hep koşarım böyle zamanlarda.
sonra da yoruldum, ben hep yorulurum böyle zamanlarda.

beni gideceğim yere kadar bırakabileceğini söyleyen bi adam yüzünden karşı şeride geçtim.
''hayır, teşekkür ederim.'' dememe rağmen benden yüz metre uzakta arabasını sağa çekip tekrar beklemeye başladığını görmemle aynı zamana denk gelir bunu yapmam.
benim suçum değil ki, o da kolay ikna olmuyomuş.

gülümsedim, geçtim.
sadece yorgunluğumu ikiye katlıyo böyle insanlar..
buna sebep olduğu için Mr.Gerizekalı'nın kendisini yerden yere atması dileğiyle..